30 Mayıs 2008 Cuma

Herhangi Bir Veda Anı

Herhangi bir veda anı gibiydi. Hüzün başroldeydi. Kızda, oğlanda durumdan memnun değildi. Ama bu ortadaki ayrılık gerçeğini engellemeye yetmiyordu. Nasıl başladı, sonra neler oldu, onlar aslında kimdi yada bu hale nasıl geldiler. Şu anda bu garda, bu trenin önünde bu sahnedeki iki kişi nasıl oldular önemli değildi. Önemli olan bu andı. Bu anın ağırlığıydı.

Kız az önce yağan yağmur nedeniyle düzleşen ve yüzüne yapışan saçlarını düzeltmek istemiyordu. Bu haldeyken gözlerinden süzülenler yaşmı yoksa yağmur damlasımı anlaşılmıyordu. Oğlan ise yağmurdan neredeyse üzerine yapışan gömleğine hüç aldırmıyor, kıza elinden geldiğince sıkı sarılmaya çalışıyordu.

Gar büyük tarihi bir binaydı. Bunun gibi binlerce belki onbinlerce olaya şahit olmuş. Bu olayların sonucu bilgeliğe ermiş bir yaşlı gibi yükseliyordu. Duvarlarına buram buram duygu sinmiş bir mekandı. Kapalı ve sağanak havada çatıda birikip oluklardan akan yağmurla bu büyüleyici yapı bu genç çifte ağlıyordu adeta.

Kız hala oğlanı gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu. Oğlan onun başını kaldırmaya çalışsada onun gözlerine bakınca gitmekten vazgeçip ona sarılıp kalmaktan korkuyordu. Ama ellerine söz geçirmeye mecali yoktu.

Sonunda kız kafasını tam kaldıramadan;

K: Gitmek zorunda olsanda sana elveda demek çok zor

O: Bunu konuşarak daha kolay hale getirmemiz gibi şansımız olsaydıda keşke bunu senle saatlerce konuşabilseydim.

K: O zaman ne dememi istersin giderken senle bir parçamında gideceğini söylemem gerekmiyor herhalde yada sen gelene kadar her saati, dakikayı, saliseyi sayacağımı mı söyleyeyim.

O: Elbette hayır sadece şu anda seni teselli edebilecek yada giderlen içine su serpebileceğim bir konuşma yapamacağımı söylemeye çalışıyorum. Öyle bir konuşma yapabilecek olsam senin kadar kendimide teselli ederdim. Sensiz bir parçam hep eksik olacak. Orada beni ayakta tutan tek şey sana kavuşma anını hayalim olacak.

Bu konuşma sonunda kızın gözlerinin yanından akanların yağmur damlası olmadığını anlamak çok kolay olmuştu. Tam o anda gar hoparlerinde mekanik ve kulakları inanılmaz derecede rahatsız eden bir ses yükseldi. Anonsu yapan ses oğlanın trenin kalkmak üzere olduğunu ve tüm yolcuların trene binmesi gerektiğini söylüyordu.

Oğlan zorda olsa kızdan bir adım uzağa attı. Sonra arkasını döndü ona beni bekleme der gibi baktı. Ama bu bakışın nedeni o beklerken gitmesinin kendine dahada çok koyacağını biliyordu. Zorda olsa oğlan kendini trene attı. Koltuğunu buldu, oturdu ama cama bakmaya korkuyordu. Yinede gözü ister istemez cama doğru seğiriyordu. Kızı gördü. Peronun ortasında yanlız, üzgün ve ıslak kızı gördü. Ona zorda olsa el salladı. O anda tren titreyerek hareket etti. Ağır ağır ama emin bir şekilde ileri doğru giden tren kızdan uzaklaşırken oğlanında yüzü değişmeye başladı.

Cebinden çıkardığı mendili çıkardı, yüzünü sildi. Sonrasında ise uzun süredik cebinde gizlediği evlilik yüzüğünü çıkardı ve parmağına taktı. Evine yolculuğu başlamıştı sonunda.

29 Mayıs 2008 Perşembe

Öfke Her Şeyin Üstünü Örter

Hayatta öyle anlar vardır ki sahip olduğun pozitif duygular, iyi şeyler bazı gelişmeler nedeniyle yıkılır. Özellikle bazı anlamlar yüklediğiniz şeylerin içinin boş olduğunu ve dahada kötüsü olduğunu keşfederseniz ne olur. Bu durumda ne olur size söyleyeyim. İçinizdeki duyguların yerini öfke alır. Öfke ise kontrol edilmezse insana çok fazla yanlış yaptırabilecek bir duygudur.

Özellikle ergenlik dönemim ve biraz öncesi dönemlerde hayatımın direksyonunda öfke vardı. Hayata, arkadaşlarıma, çevremdekilere karşı çok daha agresif hareket ederdim. Özellikle güçsüz gördüğüm insanlara acımasızca giden ve onlara hayatı zindan edebilen bir yapıdaydım. O zamanlar bu bana çok eğlenceli ve yapmam gereken bir şeymiş gibi geliyordu.

Sonra hayata daha derin bakmaya başladım. Öfke ve sinirinbi yaşam tarzı olmaması gerektiğini ve böle davranarak bana değer verenleri bile kırmaya başladığımı idrak ettim. Ama öfke bağımlılık yapan bir durumdu benim bünyemde bundan tam olarak kurtulmak yıllarımı aldı diyebilirim. Fakat buna rağmen hayatta yaptıklarının sonucu sana yine döner felsefesine inanan biri olarak. Bu hatayı fark edipte hatadan dönünce her şeyin yerine oturmayacağını düşünen biriydim. Bu nedenle yaptıklarımın bedeli olacağını öyle yada böyle biliyordum.

Evet kendimi yada olurda bunu okuyan biri olursa onu kandıracak biri değilim. Ben öyle çok iyi kanatsız melek biri değilim. Nefret, öfke, sinir gibi şeyler bana zamanunda uzak değildi. Şimdi kurtuldum İnsan-ı Kamil oldum, nirvanaya ulaştım diyemem. Sadece yanlışlarımın farkındayım ve düzelmeye çalışan biriyim.

Bu anlayışa ulaşınca hayata bakış daha farklı oldu. Olaylara, insanlara karşı daha sabırlı şekilde yaklaşmaya baktım. İnsanların zayıflıklarının üstüne gitmeyi bırakmaya başladım. Bu sayede insanların bana yaklaşımını gördükçe dahada motive oldum. Evet bu değişimden beri hala beni yüz üstü bırakan yada eski ben olsam sana neler yapardım dediğim insanlar oldu. Ama yinede eski ben olmadım. Onun yerine o ortamdan yada kişiden kendimi izole etmeyi ve iletişimimi minimize etmeye çalışıyorum.

Çünkü fark ettimki insanlar sana ne yaparsa yapsın ona aynı sertlik yada daha sert bir şekilde saldırırsan sonunda o hoşlanmadığın yada kızdığın kişiden beter bir duruma gelirsin. Ha senin bir yanağına tokat atanı diğerini uzat demiyorum. Elbette kendini koruyacaksın ama intikam manyağı olmanında bir mantığı yok.

İşte bu intikam, agresiflik ve saldrganlığın kökünde hep öfke yatıyor. Ben son yıllarda bunu kontrol etmeye çalışıyorum. Öfkemin, mantığımı gölgelemesini istemiyorum ve o duruma gelmekten korkuyorum. Çünkü öfkeni bastırmak işin çözümü değildir. Önceki olaylarda bastırdığın öfkede kontrol edemediğin anda devreye girebilir. Ömründe yapamayacağın kadar aşırı şeyleri o şartlar altında yapabiliyor insan.

Bunun içinde içimde öfke birikmesine neden olacağını hissettiğim ortamlardan uzaklaşmaya çabalıyorum. Fakat bu kolay bir durum değil. Öfkeden kaçışın yok. Ne kadar iş tehlikeli boyutlara gidebilsede öfkede insanın doğasının bir parçası. Ayrıca hayatta bazı şeylerin üstesinden ancak öfkenin içindeki boşluğu doldurmasıyla atlatabilirsin.

Yinede hayata tutunmanın en efektif yolu öfke değildir olamazda onuda göz önünde bulundurun

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Risk

Megadeth'in sevdiğim albümlerindendir Risk. Tıpkı onların bu albümlerine o adı vermelerine neden olan durumdaki gibi ben yada hayattaki herkes farklı boyutta riskler alabilir hayatında. Peki risk insanın kendisine ne ifade eder ona bir bakmak gerekirse ne görürüz.

Öncelikle riski ekonomi ve işletme bilen biri olarak ele almak gerekirse; risk yapmak istediğiniz şeyin sizin olmasını istediğiniz şekilde sonuçlanmaması ihtimalidir. Bu ihtimal yükseldikçe (yani başarma olasılığınız düştükçe) başarının sonundaki hedef büyümelidirki siz karşınızdaki riski almayı kabullenebilesiniz.

Peki içinde bulunduğumuz günlük hayatta yaptığımız basit şeylerde yada almaya çalıştığımız kararlarda durum farklı mı? Aslında pek değil. Sadece para kazanmak için ortaya para koyan yatırımcı yerine, sahip olmak istediği bir şey için elindeki maddi yada manevi varlıkları kaybetmeyi göze alan bir insan koyun tanıma aynı durum onun içinde geçerli olacaktır.

Yabancıların risk ve riskli durumlar sonucunda kaybedilebilecekler hakkındaki deyimlerine ise burda bahsetmeden duramayacağım. Omlet yapmak için bir kaç yumurta kırmak gerekir, kabullenilebilir kayıp (özellikle bu lafa hastayım. Pek çok aksiyon filminde geçer. Helede işin içinde bir çok sivil rehine varsa aklı evvel bir yönetici şu kadar kabullenilebilir sivil kayıpla bu işi atlatabiliriz der) vede Acı yoksa kazançta yoktur gibi deyimleri risk konusunda rahatlıkla kullanılırız.

Benim için risk ne ifade ediyor kısmına gelecek olursak. Riski ben daha ziyade bir engel gibi görürüm. Ulaşmak istediğiniz hedefin önünde duran ve büyüklüğü ile orantılı olarak sizi yolunuzda alıkoyabilecek bir engeldir. Yanlız burda ben risk tanımam o engeli geçer giderim mantığı çıkmasın. Bazı engellerin geçilmesi zor hatta imkansız olabiliyor.

Her neyse asıl demek istediğim. Riski engel olarak görmemdeki asıl neden engel kelimesini duyunca insan otomatik olarak kendini bir zorluğu çözme adına gireceği bir mücadeleye hazırlar. Riski bu şekilde görüp ya onu azaltabilecek önlemler alırım yada cesaretim toplayıp elimdekini kaybetmek pahasına istediğim şey için önümdeki engelin üstüne giderim.

Her iki yoldada başarı garantisi yoktur. Ama işin güzel kısmıda o belirsizliğin doğurduğu adrenalinde saklı bence. Ne olacağını asla kesin olarak bilmeden inandığın ve arzuladığın şeyin peşinden giderek elinden geleni yapmaya çalışmak ve ne gerekiyorsa yaptığını bilmek bazen başarısız olduğunda bile huzurlu olmanı sağlıyor.

Riske nasıl bakarsanız bakın bazen sonuçları çok acı vericide olsa risksiz bir hayattan zevk almanın mümkün olacağını sanmıyorum. Atacağım her adamın sonunda tam olarak ne olacağını öngörebiliyorsam zaten o adımı atmanın ne yararı olacakki zaten. Asıl olan bazen sonunda ne olacağını umursamadan korkusuzca o adımı atabilmek. İşte bunu yaptınız mı siz risk unurusu kontrol edersiniz o sizi değil.

27 Mayıs 2008 Salı

I Have My Moments

Bu aralar aram replikler ve isimlerle oldukça iyi neyse diğer yazıları okuyanlar az biraz huyumu suyumu çözmüştür. Bu sefer neden ve niçin kısmını atlamak (Dürüst olmak gerekirse bu sefer yapacak bir açıklamamda yok ha olsaydıda yapmak için içimde bir istek yok. Umarım yazının içinde o ruhu okuyanlara verebilirim) istiyorum.

Bazılar gündüz düşlerini sevmez yada uyku ile uyanıklık arası anlardaki bilinçli hayalimsi rüyaları pek dikkate almaz. Bana sorarsanız (bu satırları okduğunuza göre benim cevabımı merak ettiğinizi yada en azından okuma nezakitini göstereceğinizi düşünüyorum) bunlar insanın sıkıcı, rutin, zor ve bazen aşırı derecede acımasız hayattan soyutlanıp yeniden kendini bulabileceği anlardır.

Tıpkı online bir oyunda ömrün boyunca olamayacağın bir karakter olup kendin olmayan kendini istediğin bir geleceği sürüklemeye benziyor. Fakat bunun daha güzel olan kısmı kafandaki dünyada sadece kendini değil her türlü şeyi değiştirebiliyorsun. O dünyanın sadece kahramanı olmuyosun. O dünyanın tanrısı oluyorsun. İster kendini en çaresiz durumlardan kurtulan bir kahraman yaparsın, istersende karşı konulamaz bir Casanova. Ama bundan daha fazlasını yapabilince işler renkli hale geliyor.

Sınırsız güç, sınırsız ihtimal; sanırım bu düşleri/anları (başlığı hatırlayan var mı) özel kılan şeyde bu oluyor. Kendini kaybettiğin dünyanın tartışmasız tek hakimi olmak. Bunu kelimelere dökünce orda olan şeyi farkediyor insan.

İşin kulağa güzel gelen kısmından derine inersek. Bu durum biraz aklıma Nicholas Cage'in oynadığı Next filmini hatırlatıyor. Cage iki dakika sonrasını görebilme yetisi sayesinde iki dakika içinde yaptıklarının sonucuna göre neler olacağını tartabiliyordu. Yada Adam Fawer'ın Olasılıksız'ındaki Caine gibi her yaptığı seçimin sonucunda verilen farklı karşılıklarla olayların nasıl gideceğini hayal edebilmek. Yanlız bu durumun en kötü yanı tek boyutlu olması. Her ne kadariçinde olduğunuz durumdaki değişkenleri istediğiniz gibi değiştirsenizde sonuçta bunları siz yapıyorsunuz.

Mevzubahis en az sizin kadar karmaşık (tamam çoğu zaman insanlar benim kadar karmaşık olmaya gerek duymuyor ama yinede öle varsayalım) bir canlı olduğunda kafnaızda ne kurarsanız kurun asla birebir o gerçekte olmaz. İllaki bir farklılık olur. Bu noktada gerçekle hayalin örtüşmeyeceğini ise çocukluğun ilk dönemlerde idrak etmeye başlarız.

Peki bu hayaller/anlar neden iyi mi dersiniz. Her şeyden önce yaşamak istediğiniz ama yaşayamadığınız şeyleri gerçeğine en yakın olarak ancak orada yaşarsınız. Orda hayat ancak sizin istediğiniz kadar (Dua edin o noktada işin içine bilinçaltınız girmesin) size acımasız olur. Yada yapmak konusunda kararsız kaldığınız şeyler var bunları o anlarda yaparak olası sonuçları (burdaki olası iyi sonuçlara çok güvenmeyin derim. Sonra çok pişman olabilirsiniz) görebilirsiniz.

Öyle yada böyle bu hayaller/anlar hayatın size yüklediği o ağır ve taşınması zor yükleri bir süre için bile olsa omzunuzdan alıp. Başka yerlere kanat açmanızı sağlıyor. Her ne kadar bir noktadan sonra insana bazı durumlar için yetmesede, elinizdekin değerini bilin. Bazen elinizde tek kalan bu olabilir.

26 Mayıs 2008 Pazartesi

I Am Omega

Aslında ne bu başlığın asıl kaynağı olan romanı nede 60ların sonu 70lerin başında çekilen filmini izledim. Hatta konuya en yakın izlediğim şey Will Smith'in oynadığı I Am Legend filmiydi. Fakat bu başlığı kullanmamnın neden bu konuları çok iyi bilmemden ziyade bu kitabın ana fikrinin şu anda anlatacaklarımla iyi örtüşmesi oldu.

Özetle romanın konusu dünya üzerinde yayılmış bir hastalıktan etkilenmeden normal hali ile kalan son insanın yaşadıklarıydı. Benim kendime benzettiğim durumu ise sanırım yanlızlık teması oldu.

Öyle çok acaip sosyal girdiği her ortamda sivrilmeyi seven biri değilimdir. Ha dostlar arasındaysam o zaman çok daha hareketli ve neşeli oluyorum. Fakat bu genel gerçeği değiştirmez. Özellikle sık sık kendimle kavga eden ve kendimi içten içe sorgulayan bir yapım olduğundan yanlız kaldığım anlar genel olarak uyanık olduğum zaman diliminin önemli bir yüzdesi bile olmasa bana çok uzun ve zorlu zamanlarmış gibi gelebiliyor.

Hele birde bazı anıları yada olayları kafanda tekrar tekrar oynatmaya başlıyor ve bu anıların hangileri olacağın bilinçaltın karar veriyorsa işler iyice ilginç bir hal alıyor diyebilirim. İyi yada kötü, uzun yada kısa, neşeli yada hüzünlü bir ton anı seçme şansının olmadığı bu geniş menüde bilinçaltım bana genelde güzel şeyler sunmaz. Sanırım dertlerimi kendime sakladığımdan benliğim benden böyle bir intikam almayı uygun buluyor. Dertlerini paylaşamayıp bana mı yüklüyorsun o zaman benimde sana bir süprizim var dediğini duyar gibiyim sevgili bilinçaltımın.

Bu olay rahatsız edici bir durum ama bazen kendi hayatını tıpkı bir film gibi seyredebilmek, olaylara üçüncü bir gözle bakabilmek gerilim ile beraber içten içte bir merak ve izleme isteği yaratıyor. Bu anılar gözümün önüne geldiğinde bazen vay be bunu nasıl yapmışı, bazen hayır ya bu kadarınıda yapamam ve yahut aaaa evet bunu iyiki yapmışım diyorum. Gerçi çoğu zaman yaptıklarımı biraz sinirle değerlendiriyorum. Yada o gördüğüm anılarda genelde olanları değilde keşke şu şekilde olsaydı dediklerimi ve o şekilde olsaydı neler olurduya bağlayarak canlandırmak çok ilginç olabiliyor. Bilinçaltım o noktada hayagücüme direksyonu devredip beni daha ne kadar çok gerebileceklerini deniyorlar.

Son zamanlara kadar bundan sık sık rahatsız oluyordum. Şimdi ise bu olay sadece bana farklı durumlarda olacak farklı sonuçları görmemi sağlaması açısından ilginç bir deneyim oluyor. Yıllardır bazen uzun süre bazen kısa süren yanlızlıklarımda ufak ufak kafayı sıyırmak yerine hayalgücüm ile düşman kardeş ilişkisi kurup beni gerdiği kadar farklı noktalara taşımasını sağladım.

Aslına bakarsanız böyle bir bilinçaltınız olduğunda ve yanlız kaldığınız anlarda böyle geniş manyaklıklar yaptığınızda insan arasına karışmak yada kendinize göre cesaret isteyen olayları yapabilme gücü kazanmaya başlıyorsunuz. Kendimle bile baş edebiliyorsam bu olaylada baş edebiliyorum.

Dah doğrusu yeni kurduğum kişiliğimde artık bu durumları kendi avantajıma kullanabilir bir hale gelmeye başlıyorum. Cidden hayat insanı öyle noktalara getirmeye başlıyorki çok değil 2-3 ay önce böyle bir yazı yazabilir miydim. Açıkçası bu tür bir yazıya konu olacak cesaretim olmazdı herhalde. Fakat kendi omega halim eski bana göre çok daha güçlü ve dayanıklı bir adam.

Bakalım daha sonra neler başıma gelecek ...

25 Mayıs 2008 Pazar

İt Ain't About How Hard You Hit, İt's About How Hard You Can Get Hit And Keep Movin' Forward

Ünlü italyan asıllı amerikalı sinema karakteri Rocky Balboa ne güzel demiş. Gerçektende son yazıyı yazdığım dönemden bu şimdiye bende bu lafın değerini daha çok anladım. Hele birde şu uzun zamandır umutlansam mı dediğim konu hakkında sonunda kesin bir negatif gelişme olunca bu yazıya uygun başlığın bu olacağına karar verdim.

Bu kış yada ilk baharda böyle bir durumda kalsaydım, o zamanki karanlık ve kendini bırakmış ruh halimle çok ciddi olarak dünyanın altında kalmış gibi olurdum. Şimdi ise içimdekileri tarif etmem kolay değil. Aslında belkide mümkün değil ama yinede şansımı denemek konusunda kararlıyım. Her şeyden önce elbette ne kadar kendini hazırlarsan hazırla bir üzüntü hissediyor insan ama asıl şaşırdığımsa hissettiğim diğer duygular. En başta hissettiğim şey huzurdu. Nicedir içimi kemiren ve beni etkileyen bir olaydan kötü bir şekildede olsa kurtulmuştum. Her ne olursa olsun bu huzur duygusunu ne kadar uzun zamandır hissetmediğimde göz önüne alınırsa çok iyi geldiğini belirtmeliyim. Bir diğer ilginç şeyse çok uzun zamandır ilk defa kendime bu kadar güvendiğimi hissettim. Sonucunu düşünmeden ve hatta işin sonunda pekte fazla umut olmamasına rağmen sonunda içimdkeileri dışa vurabilmem ve bunu yapma kararlılığını gösterme şeklim beni özellikle şaşırttı.

Daha önceleride belirtmiştim. 2008 ile beraber yıllardır ben büyümedim hala çocuğum diyen bendeniz sanırım yavaş yavaş olgunlaşmaya başlıyor. Artık kendime olan güvenim eskisine oranla çok daha üst seviyede. Ama bundanda önemlisi hayatın bana vuracağı darbelere karşı hiç olmadığım kadar dayanıklıyım. Ömrümde hiç mücadeleden yada zorluklardan kaçmadım amma velakin hiç bir zamanda her türlü olumsuz duruma karşı kendimi bu kadar hazır ve güçlüde hissetmedim.

Cidden sene başında içine düştüğüm o ruhsal bataktan sonunda çıkmayı başarmak beni değiştirdi. Artık eskisi kadar hayal kurmuyorum. Hatta eskisi kadar eğlenmiyorum ama eski benden çok daha dirayetli biri oldum. Hala dertlerimi insanlarla paylaşma sorunumu tam olarak çözemedim fakat cesaret edebildiğim şeyleri görünce bu konudada gelişme göstericeğime olan ümidim tam. Hele birde tamamen bağımsız ve kendi hayatının kontrolünü eline almış biri olacağım gün geldiğinde şu anki ruh halimle tüm dünyanın zorluklarının üstesinden gelebilecekmişim gibi geliyor.

Özellikle şu anda ruhen yerlerde sürünmem gerekirken hala ayakta duruyor ve hayata göğüs gerebilecek kadar kendimi güçlü hissediyorsam bu yakın geçmişte yaşadığım acılı ve zor günlerin ödülüdür herhalde. Evet çok çok çok çok istediğim bir şey olmadı ama bu gerçeği kabullenip kontrol edemediğim ve olamayacak bir şey için yas tutmak gibi bir durumumda yok. Belki ömrüm boyunca o ana dönüp keşke bazı şeyler farklı olsaydı diyebilirim ama bu olmuş olanların beni ağır etkilemesinden ziyade kafamda kurduklarımın benim için mükemmel şeyler olmasından kaynaklanıyor.

Hayatımdaki yeni sayfanın daha giriş paragrafında istediklerim olmadı ama bu yinede benim hayata karşı olan savaşımda geri adım atmama neden olmadı. Artık yeni bir hayat felsefesi olan beni bu tür şeylerden çok daha fazlası bile durdurabilir mi şüpheliyim. Keşke bu olay bana köstek değil destek olsaydı demeden edemesemde henüz yeni dipten çıkmaya başlamışken böyle bir tokat yemem benim yükselişimin ne kadar kuvvetli olduğunu görmeme neden oldu.

Sonuç olarak yaptıklarımdan yada başıma gelenlerden pişman değilim. Bazı şeyler (özellikle yakın zamandaki bazı şeyler) farklı olsa belki daha güzel olur ama yinede yeni ben pes etmeyecek geri adım atmayacak. Hayat bana ne kadar sert vurursa vursun ayağa kalkıcam ve eskisinden bile daha emin yolumda yürüyeceğim.

Ben artık olgunlaşmış biriyim ve buda yeni hayatımın daha ilk cümleleri oldu. Gerisinin daha eğlenceli olacağından şüphem yok.

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Why Do We Fall Bruce?

Aslında bir şeyler yazmaya karar verdiğimde genellikle konu ile alakalı ve akılda kalıcı bir başlık kullanmaya çalışırım. Ama bu sefer şu anda kullandığım başlığı (ki bu başlığı Batman Begins filmini izleyen hemen herkes hatırlayabilir) bundan önceki son yazım için "yazıyı yayınla" butonuna bastığımdan beri kullanmayı düşünüyordum. Fakat işin asıl ironik kısmı ise tamam şimdi bu yazıya başlamak için en uygun an dediğim noktada yazmaya karar verdikleriminde başlığa gayet uygun olacağını idrak ettim.

Şu içinde olduğum son 3-4 aylık periyotta daha önceleride söylediğim gibi hep bir karamsarlık içindeydim. Ama mayısın ikinci haftası ile beraber hayatımda uzun süredir yaşamadığım bazı güzel duyguları yaşama şansı buldum. Bu duygunun adıda başarı ve ulaşılması zor bir hedefi başarmanın verdiği tatmin duygusuydu. Birde buna ek olarak her ne kadar bir aptalın gerçekleşebileceği bir şeyi umut etmeye başladım. Yada daha doğrusunu söylemek gerekirse olmayacağını kabullendiğiniz bir şey için ya birde olursa demeye başlarsınız ya, mantığınız duygusal olarak içinizi kaplayan o duyguya dikkatli ol diye uyarır işte öyle bir şeyin içindeyim bu aralar.

Her ne kadar içimde en çok tartıştığım başarılı olduğum durumdan ziyade şu acaba dediğim mevzu olsada hayatımın daha güzel geçmesini sağlayan asıl şey ise şu üstesinden geldiğim olay oldu sanırım. Çünkü şu anda kendi hayatımın kontrolünü eline almamdaki en büyük engel olan işsizliğim kesin ve muhteşem bir çözüm bulmaya çok yaklaştıran bir başarı elde ettim. Buda benim şu 3-4 aylık periyottanda öte 5-6 yıldır kaybettiğim kimliğimi yeninden kazanmak için mücadele etmem gerektiğini hatırlattı.

Cidden insan uzun süre bir şey yapmayıp ardından bir şeylerin üstesinden geliyor. Buna ek olarak bazı şeyler içinde şansı yaver gidiyorsa bazı şeyleri değiştirme motivasyonu kazanıyor. İşte belkide bu motivasyonun etkisi ile benliğimin derinlerine inip gerçekte ne istediğime bakmaya başladım. Başlangıç olarak ise 5 yıldır ilk defa elime bir roman aldım. Sürükleyici, güzel ve hepsinden önemlisi derslerle alakası olmayan (aslında şu anda başladığım Olasılıksız tamamen benim ilgilendiğim bilim dalları ilede alakasız sayılmaz ama yinede burda o kadar üzerinde durmaya değmez) bir kitap okumayalı o kadar uzun zaman olmuşki aslında bunu yapmaktan ne kadar zevk aldığımı unutmuşum.

Bu roman başladığım hayatımdaki yeni yolculuktaki önceki dönemlerinden ders çıkararak yine eskiki gibi olması zor şeylere için umutlansamda ihtiyatlılığımı korumaya kesin kararlıyım. Ayrıca eskiden bu tür durumlar için umutlanmam hayalperestliğimden ve naifliğimden olurdu. Şu anki dönemde ise bu ümidin kaynağın kendime olan güvenimden geliyor. Artık eskikden yapamam, beceremem, olacak iş değil dediğim şeyler benim için neden olmasın diyebileceğim şeylere dönüştü.

Peki gelecek ne olur diye sorarsanız. Bunu şu anda kestiremiyorum. Hala pek çok şey belirsiz. Ama önceki dönemlere göre benim lehime değişen bir şeyler oldu diyebilirim. Kendimden daha emin bir şekilde geleceğe bakıyorum.Önceki o karamsar halden kurtuldum. Artık dibe ulaştıktan sonraki yüzeye geri dönüş aşamasında hissediyorum kendimi. Bu duygununda insanda yarattıklarını yaşadıkça buraya yazmayı umuyorum

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Kaybeden Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

Her zaman sahip olduklarım için şükretmeyi bilmişimdir. En azından kendimi bilmeye başladığım ilk andan beri yapabildiği ve yaptığım için çok memnun olduğum bir özelliğimdir bu. Özellikle bu gün bulunduğum noktada olmak için çok fazla şey feda edebilecek insanları düşündükçe şükretmemem abesle iştigal olacaktı.

Her ne kadar bulunduğum noktanın değerinin farkında olsamda hayatımın son 8 ayının önceki dönemi kadar güzel geçtiğini söylemem zor. Şu anda yaptıklarımı (hergün istediğim saatte kalkmak, ders çalışmamak, okul gibi bir soruna sahip olmamak ve hemen hiç bir sorumluluğumun olmaması) bundan 10 yıl önce yapabilsem kendimi dünyanın hakimi gibi hissederdim. Belki bu kadar uzun zamandır yapmasam yine öyle hissederdim. Ama şimdi bu yaptıklarımdan sonra hissettiğim şey çok daha farklı. Kendimi boşlukta, tamamen hiçliğin ortasında hissediyorum. Zaman zaman insanlarla ve kendim dışında dönen hayatla tüm bağımı koparmışım gibi hissediyorum. Modern çağın olanaklarına sahip bir Robinson gibi hissettiğim anlarım oldu.

Yanlış anlamayın daha öncede defalarca söylemişimdir burda herhalde ben aslında yanlız kalmayı yada tek başına olmayı seven biriyim. Fakat bu çok daha başka bir şey merkezi olduğum ve benden başka hiç bir şeyi barındırmayan karadeliğimsi bir evrende olduğumu hissetmek ile biraz insanlardan uzak kalmak çok farklı hisler. Biraz kafa dinlemek ile çıldırtıcı bir sessizliğinde ortasında kalmanın nasıl insan üstünde farklı etkileri varsa bu dediğim farklılığında üzerimde benzer etkileri var.

Daha önce büyüdüğümden şu anki hayat şartlarımın ve yaşam tarzımın bana yeterli gelmediğinden bahsetmiştim. Sanırım bu durumda onun ile bağlantılı bir şey, fakat açıkçası zaman zaman insanı umutsuzluğa ve karanlıkduygulara sürükleyen son derece nahoş bir durum. Benim gibi birinin keşke sabahtan akşama kadar dersim yada bir işim olsa dediğine inanabiliyor musunuz?

Bunu gerçekten ama gerçekten çok istiyorum. Artık yanlız kaldığım anlarda kafamda oluşan şeyler beni eğlendirmek yada mutlu etmek bir yana ciddi anlamda korkutuyor. Geceleri iyice uykum gelmeden yatmak istemiyorum. Aksi halde kendimi yine o boşlukta yapayanlız bulmaktan korkuyorum.

Sanırım bu boşluğu geleceğim hakkındaki korkularımı ifade etmek için kullanıyorum. Benim gibi hiç bir şey kesinleşmeden onun için olumlu düşünmeyen bir yapınız varsa gelecek hakkındada çok fazla endişeniz oluyor. Bu nedenle sanırım bu endişelerim bilinçaltımda bana bir zindan yarattı. Görünen o ki bu zindandan daimi tek kurtuluşum ise yeniden hayatın, zamanın akışının bir parçası olmaktan geçiyor.

Özellikle böyle havaların güzelleştiği dış dünyanın gel bana katıl dediği anlarda bu tür depresif ve karanlık duyguların üstesinden gelmenin en güzel yolu bu gibi gözüküyor. Özelliklede ufak detaylardan büyük anlamlar çıkarbilen biriyseniz (kendime kişisel not bir ara muhakkak bu konu üzerinde bir şeyler karalamalıyım) etrafında daha çok odak noktası olduğunda daha fazla takılacak detaya ve haliyle aklınızı kurcalayacak çok daha fazla konuya sahip olursunuz.

Şu geçirdiğim dönemden çıkardığım en büyük ders nedir diye sorsanız herhalde asla hayata küsmemek ve daima gelecek hakkında kendini motive edecek bir hedefe sahip olmak diye cevap veririm. Hayattan zevk alabilecek motivasyonlar olmasa şu bahsettiğim sonsuz boşluktan hayatımın sonuna kadar kurtulamam herhalde