15 Kasım 2007 Perşembe

Ben

Demin Uykusuz Dergisinin son sayısında Umut Sarıkaya'nın "Benimde Söyleyeceklerim Var" köşesini okurken aklıma geldi. Bende bu blogu kurarken aşağı yukarı o köşedeki mantığa benzer şekilde kendi yaşamımdan kesitler üzerinden bazı genellemelere gitmeyi hedeflemiştim. Hazır aklıma gelmişken bu mevzuda bir şeyler çizittireyim dedim.

Evet hazır motivasyonuda sağlamışken işe öyle yada böyle başlayayım dioyurm. Mesela kendimi eleştirmekle başlamam gerekirse; pek bir tembel pek bir umursamaz yapım var. Yıllardır babamla en çok tekrarladığımız diyalog tv yada bilgisayarda geçirdiğim vakti daha yararlı işlerde yani derslerde kullanmam üzerine olanlardır. Buraya kadar herşey normal gibi görünüyor. Ama aslında bu anllatıklarım daha ziyade monolog halinde oluyor. Çünkü babam konuşuyor ben daha çok dinlermiş gibi yapıyor ve CM yada FM'de oynadığım takıma kimi alsam daha hayırlı olur diyorum.

Daha vahim bir örnek vermem gerekirse ÖSS sınavında sorularla cebelleşirken o ay sonunda vizyona girecek filmi düşünüyorum. Belki ben abartıyorum, belki bazılarıda benim gibidir ama nedense benim durmum biraz aşırya kaçmış izlenimi yaratıyor. Bu arada kendim hakkımda baya 3. şahıs bakış açısı ile gözlem yapıyor ve kendim hakkında rahatsız olduğum bir durumu anlatıp bunun hakkında hiç bir şey yapmayarak üşengeç kişiliğimide dışa vurmuş oluyorumdur umarım.

Ama düşününce insanın üşengeçken nasıl üşengeçlikten kurtulmaya çabalayabilirki, hayır bunu çabalayan insana üşengeç denebilirmiki zaten. Paradoksların içine düşmüş gibi görünsemde bunun umurumda olmamasıda nasıl umarsız biri olduğuma kanıttır herhalde. Şu an bu satırları yazarken bile insan dur yav ben ne pis bir adammışım böle anlattıkça tiksindim kendinden der belki ama bende öyle bir hissiyat kesinlikle yok. Aklımdaki yegane şey emulede inen NBA Live 2008 oyununun bitmesi.

Hayır bu anlattıklarımlada sınırlı değil hoşlanmadığım yönlerim. Birde bir işe acaip hevesle başlar ardından bir süre sonra o işi yapmayı angarya olarak görmeye başlarım. Mesela dört farklı aylık dergiyi ilk sayılarından beri aldığımdan saklayayım ilerde açar okur süper nostalji yaparım dedim. Ama şimdi o dergileri her ay alıyor, okuyor ve kaldırırkende ne pis bi işe gimişim dergide saklnamırmıymış be diyerek kendime laf sokuyorum. Ama yinede saklamaya devam ediyorum.

Ha onun haricinde netten sevdiğim bir diziyi indirmeye başlıyorum. Tam bir kaç bölümü inip cdye atılma vakti gelince neroyu açmaya bile üşeniyorum. Hatta bazen diziyi dilip tamamen o işten vazgeçtiğimde oldu.

Bunlar dışında birde inadıma sinir olurum. Bazen öyle inadım tutarki kendi yayarıma olan şeye bile hayır diyebilirim. Gerçi bunu genel prensiplerime ters bundan sağlayacağım fayda ile kendi prensiplerimi yıkma arasında tercih yapmaya gerek bile görmem diye lafı uzatıp karşımdakinin dikkatini dağıtmaya çalışsamda işin aslı inattır.

Unutmadan birde yazıdaki genel havayıda fark ettiyseniz ciddi olamam gibi bir sorunumda var. En kritik en zorlu işlerde bile görüntü tavır ve hal olarak gayri ciddi bir insan olabiliyorum. Mesela üniversite mezuniyet töreninde herkes cüpper için resmi bir şeyler giymiş o günü unutulmayacak günlerindne biri olarak görürken ben annemlerin zoruyla gittiydim. Hemde kot pantolon ve spor gömlekle, tebrik belgesini veren hocanın yüzündeki ifadeyide hala unutamadım. Resmen "bu herifimi mezun ettik biz. Pazartesi dekanlığa istifamı verip akademik hayatıma nokta koymam lazım" ifadesi ile bana bakıyordu. Gerçi bende ağızda sakız eller cepte yabancı öğrenci programı ile son sene amerikadan gelmiş corç isimli öğrenci modunda olduğumdan adamda haksız sayılmazdı.

Evet insan iki aragraf yazı okuyup böyle bir şey yazmaya motive olunca ortaya biraz çorbamsı bir şey çıkıyor ama yinede kafamdakileri aktarıp biraz rahatlamış oldum. Bir dahaki seferede daha düzenli bir planla güzel bir mevzudan bahsedebilirim umarım. Bu arada kapanışı bağlayacağım diye lafı uzattığım hissiyatına kapıldım iyiden iyiye neyse sözlerime burada bir nokta koyuyorum. Nokta.

11 Kasım 2007 Pazar

Macerayı Seven Adam

Günümüzde 18-25 arasında bir yaşta olan pek çok erkek çocukluğunda bol bol aksyion ve dövüş filmi izleme şansına sahipti. Bu nedenle belki çocukluğunda arkadaşları ile Rocky, Rambo, Conan yada Van Damme filmlerinden yola çıkan oyunlar oynardı. Keza bir dönem sık verilen Bruce Lee ve Jackie Chan filmleride bilinç altında yer edecek kadar sevilerek izlenirdi. Hatta bu filmleri izleyip uçan tekme atmaya çalışan pek çok genç kol, bacak veya kafa gibi yerlerini mütemadiyen kırarak iligili kısımlarının alçıya alınmış resimleri ile gazetelerde kendilerine yer bulurlardı.

Peki ben bunları neden anlatıyorum? Bu yılın başında Rocky 6 ile depreşen nedensiz şiddet sevdam 2007 sonu yada 2008 başı gibi vizyona girecek olan Rambo 4 ile tavan yaptı. Bende hem eski günleri anıp hemde bu günkü macera filmleri ile kendi açımdan farklarını irdeleyeyim dedim.

Yanlız mevzuya girmeden bir itirafta bulunmam gerekiyor. Aslında bu yazıyı neredeyse 20-25 gündür yazmayı planlıyordum. Ama zaman zaman vakitsizlikten zaman zamanda elimin klavyeye gitmemesinden hep erteledim. Birazda bu kadar sevdiğim bir konu hakkında tırt bir şeyler yazmamak için yaptım belkide bunu, neyse.

İlk okula başladığım zamanlarda cuma günlerinin benim için bir anlamı daha vardı. Akşam saat sekiz gibi tekmelerin ve yumrukların havada uçuştuğu pek çok dövüş ve aksiyon filmi olurdu. Birde Pazar akşam 10 gibi Parlament Pazar Sineması (adı tam bumuydu emin değilim) kuşağı vardı. Ama o zamanlar sabah erken kalkma durumundan dolayı pek çok filmin en civcivli yerini göremeden gidip yatmak durumunda kalırdım.

Bu filmleri çekici yapan neydi? Bu sorunun cevabını vermek aslında kolay değil. Sanırım karşınızda bir adamın önüne gelenin ağzını yüzünü kırmasını izlemekten zevk alıyordum. Yada gerçek hayatta yapmamın imkanı olmayan şeyleri yapanları görebilmek ilgimi çekiyor.

Mesela Bruce Willis'in Zor Ölüm serisi, Son İzci gibi filmleri ile çizdiği içinde olduğu durumdan zerre hoşlanmayan ama tek başına zilyon tane herifi kafa kola alan ağzı bozuk ve çoğu zaman umursamaz kahraman karakteride favorilerim arasındadır. Belkide o umursamazlıkta azda olsa kendimi bulurdum.

Sonra birde Mad Max serisi vardır. Adeta cehenneme dönmüş bir yeryüzünde bir damla petrol için insanların birbirlerine girerken değer verdiği neredeyse her şeyi kaybeden Max öldürülmek için neredeyse karşısındakilere yalvarıyordu. Cehennem Silahında ise seriye yine benzer bir karakterde başlayıp sonunda aile babasına dönüştü.

Kabul ediyorum bu filmlerde sık sık nedensiz şiddet vardı. Ve nedense ben bundan hoşlanıyorum. Ama normal hayatta bunları yapamadığımdan bu filmleri yada GTA'yı seviyorum herhalde. Sonuçta bunlar sadece film ve efektleri yerlerde sürünsede o filmleri seviyorum