31 Ocak 2009 Cumartesi

Karmaşa

Her şeyi geçtim bir haftadır yazı yazmamış olmam beni oldukça şaşırttı açıkçası. Fakat bu duruma neden olan şeyler hakkında kafamda bir şeyler oluştu. En son yazdığım notlarda hayatımın çok tuhaf bir hal aldığından bahsetmiş ve hatta daha sonra bunun hakkında bir şeyler yazmam gerektiğini eklemiştim. Ehh aradan geçen bir haftada fark ettimki bu durum aynen devam ediyor o zaman bu konuya eğilmek en mantılıksı olacak.

Bu düşünce ve anlayış sayfanın başına geçtim. Ama şu kafamdaki kendimle ilgili karmaşada o kadar kaybolmuşumki neyi, nasıl ve ne sırada anlatacağım konusunda kafamda net bir plan yok. Sanırım en iyisi aklıma geldikleri sıra ile hepsini ortaya koymak olacak.

Bahsedilmesi gereken en önemli konu sanırım eski yaşam tarzım ile yenisi arasında kalmam olacak. Eskiden doğru dürüst ilgilenmem gereken şeyler olmadığından hobilerime çok daha fazla hatta neredeyse tüm zamanımı ayırabiliyordum. Bu sayede günlerim dizilerle, filmlerle ve dergilerle geçiyordu. Bir anda bu durumdan hafta içi hergün yoğun tempo ile günün önemli bir kısmını az önce saydığım etkinliklerden uzak geçirince ilk önceleri o günlerimi özledim.

Bu özlemden dolayı haftasonları en azından o günleri anma adına kendimi filme diziye vereyim dedim. Ama farkettimki kalan tek boş günlerinide bu etkinliklere verince gezmek tozmak, kafa dağıtmak ve hava almak için yapılacak aktivitelere hiç zaman ayıramıyorum.

Bu durumda ben bu iki farklı durumu dönüşümlü olarak yapsam nasıl olur diye düşündüm. Ama bu seferde tatilde istediklerimi yapmak için tuhaf bir koşturmacanın içinde buldum kendimi. Aman bu haftasonu gezeyim ama gidecek havada değilim diye düşünme şansı vermemeye çalıştım kendimi. Ehhh buda sonuç olarak üzerimde gereksiz bir baskı oluşturdu.

Neyse bare oluruna bırakayım haftasonu gelince canım ne istersen onu yapayım dedim. Fakat bu seferde böyle plansız ve hazırlıksız kısıtlı tatil zamanı gelip çatınca yapacak bir şey bulamayıp ortada kala kaldım. Tüm bu denemeler sonucunda ise kendimi başladığımdan daha geride bir noktadaymışım gibi hissediyorum.

Hala kafamda evirip çevirmeme rağmen uygun formülü bulamadım. Ama ne olusa olsun denemelerim içinde en bana uygun olan ve aklıma yatanı haftasonunu doğaçlama geçirmek oldu. Bunu yaparkende eğer yapacak bir şey bulamazsam vakit geçirmemi sağlayacak bir b planı ile durumu sağlama alabilirim diye düşünüyorum.

Bu b planıda bu aralar bol bol stokladığım bilgisayar oyunlarını yeri geldiğinde kullanmak ve hiç bir şey yapmak istemediğim anlarımda sıkılmadan vakit geçirebilmeyi garantilemeyi planlıyorum. Tabi bu planında sakat bir yönü yok değil. Zaten haftaiçi akşam saatlerindede kafa dağıtmak için bunu yaptığımdan haftasonunuda böyle geçirince onca zamanı boşa harcamışım gibi hissedeceğim.

Sonuç olarak. Gezmek istediğim yerler, izlemek istediğim filmler ve oynamak istediğim oyunlar var. Bunların hangisini daha çok yapmak siteyeceğim konusunda her zaman net bir kararım yok. Ayrıca bunları yapabilmek içinde çok kısıtlı zamanım var. İşin kötüsü eğer o kısıtlı zamanı kötü kullandığımda da kendimi çok daha yorgun ve dinlenmeye muhtaç hissediyorum.

Ehh birde benim gibi hayatını planlayarak yaşamayı sevmeyen birinin çaresiz bir şekilde zaman yönetimi yapmaya çalışmasıda nasıl tuhaf, nasıl trajikomik bir şeyler oluyor siz düşünün. Ama yinede minimal planlama bol bol doğaçlama ile sonunda ortaya beni memnun edecek bir şeyler çıkaracağımı umut ediyorum.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Post-İt Notları #7

- Bayadır yazmıyordum Post-İt Notlarını. Açıkçası özlemişim. Nedense bu "tek" düzenli olarak devam ettirdiğim başlığım ama yinede bazen çok sık Post-İt Notları yazıyormuşum gibime geliyor. Halbuki tek bir konuya yoğunlaşmaktan çok daha kolay bi şeydi. Sanırım bunu yaptığımda işin kolayına kaçıyormuşum gibime geliyor.

- Evet blog için önemli bir gelişme ile devam etmek lazım sanırım. Blogun sol kısmına baktığınızda artık tek yazarın ben olmadığını fark etmişsinizdir.Yanlız yazar arkadaşımı tanıntmayacağım. Kendisi ne zaman yada ne sıklıkla yazı yazar o konudada bir şey söylemeyeceğim. Tek söyleyebileceğim kendisinin yazdığı zaman yazıları ile benden çok çok çok çok çok çok çok daha iyi bir iş çıkaracaktır. Zaten kendisinin blog işine bulaşmasına bu nedenle vesile oldum.

- Son zamanlarda çok fazla şey olup bitiyor diyebilmek isterdim. Ama senenin başında hiç beklmediğim kadar durgun zamanlar geçiriyorum. İçimden bir şeyleri değiştirecek bir şeyler yapma isteği geliyor ama ne yapacağımı yada nasıl yapacağımı bilmiyorum. Kaybolmuştan gibiyim diyeceğim ama ondan ziyade sanki olduğum yerden pek memnun olmasamda yinede orada kalasım var gibi.

- Bir önceki maddede yazdıklarımdan anladımki ciddi anlamda kaybolmuşum. Daha doğrusu kendimi hayatın tek düzenliğine kaptırdım sanırım. İşin ilginci kendimi içinde bulunduğum durum hakkında bile ilk defa şu anda düşünüyorum (kendime özel not bu konu hakkında bir şeyler karalamam lazım) sanırım.

- Eskiden yaptığım şeyleri özlemeye başladım. Hatta elimden geldiğince eski günleri yeninden canlandırmaya çalışıyorum. Mesela eskiden günde 2 hatta 3 film izleyebildiğim günleri anmaya çalışıyorum haftasonları. Özellikle geçen hafta yaptığım 3 filmik yüksek doz tedavisi hastalığıma bile iyi geldi.

- Hatta uzun zamandır bakmadığım dizilerede bakmaya başladım. Özellikle How I Met Your Mother 4. sezonun 12. bölümü ile ciddi olarak Meg Ryan filmi tadı verdi. Sanırım bu noktada Meg Ryan'ın romantik komedi filmlerinin çok ciddi bir fanatiği olduğumu belirtmem lazım. Addicted To Love filmini bir yerde gördüysem izlemek zorundayım.

- Tam yeni hayatımla eski hayatım arasında denge kurmaya çalışırken geçmişimin önemli bir zevki olan dizilerin tatile girmesi çok kötü oldu. Neye ne kadar zaman ayırmam gerekir emin olamıyorum. İşin kötüsü bu durumu çok kafama takmıyorum. Bazen sadece öylesine koltuğumda oturuyor ve duvara bakarken buluyorum kendimi. Sanki az önce başka bir yerdeymişim gibi hissediyorum ama orası neresiydi ben ne yapıyordum hatırlamıyorum. Bu boşlukları dolduracak şeylere ihtiyacım var. Sanırım bu anlar için diziler çok uygun olacak.

- Evet durgunluk ve bezginlik içindeyim ama durumumu daha sonralar olacak bir hareketlilik için olduğunu umuyorum. Gerçi bu konuda elimde ne bir delil nede benzeri bir şey olsada sanırım böyle durumlarda elinizde bir şey olmasını istiyorsunuz. Yola devam edebilmenin yolu bu olmasa bile tünelin sonunda bir ışık görmeye çalışmak lazım.

18 Ocak 2009 Pazar

Hastalık Günlükleri

Perşembe gününden beri yazı yazayım diyorum. Ama aynı günden beri soğukalgınlığı ile cebelleşiyorum. Eee madem hastalık benim yazacak bir şey bulmamı engelledi. Bende direk olarak hastalık dönemini yazayım dedim. Zaten maşallah gayet yazılacak malzeme çıkaran çok antika bir nezle yaşıyorum.

Bu arada hastalık günlüklerine girmeden önce bir şey belirtmem lazım. İlk okula başladığımda daha önce fazla dışarda oynayan bir çocuk olmadığımdan birinci sınıfta kış mevsimine girer girmez sık sık grip ve nezle olmuştum. Hoş o dönem okuldan sık sık kaytarabildiğimden bu durumdan pek şikayetçi sayılmazdım. Çok değil bir sene sonra bünyem duruma alışmaya başladı. İkinci sınıfta daha az hasta olmuştum. Daha sonralarda bu durum gittikçe dahada artarak devam etti. Son olarak 20li yaşlarla beraber her kışı bir yada iki kez soğulalgınlığı olarak geçirmeye fiksledim. İşte bu soğukalgınlığu bu senenin açılışı oldu.

PERŞEMBE

Sabah kaltığımda boğazımda bir yumru var gibiydi. Bu durum beni klasik nezle öncesi uyarı sinyalimdir. Sabah kalktığımda böyle bir hisle uyanırsam muhakkak bir Benical alırım mümkün olduğunca kendimi sıcak tutmaya çalışıyorum. Fakat genelde ilaç almayı sabah unutur akşam eve geldiğimde alırım. Bu perşembede aynı senaryo tekrar etti. Ama daha günün yarısı olmadan çok ciddi şekilde halsizleşmiştim. öğleden sonra kendimi biraz daha toparlasamda yinede günü tamamlakta zorlanmıştım. Akşamda eve gelince önce birşeyler yiyip sonrasında ilaç alıp çuval gibi yatıp kaldım

CUMA

İlaç ve diğer koruma önlemleri ile ve değişmiş (boru gibi olmuşta denebilir) ve şelale gibi akan bir burunla sabah yola çıktım. Her ne kadar kafam burnumun doluluğu nedeniyle kafam kazan gibi olduğundan bir denge sorunu yaşasamda halsizlik sorunum yoktu pek. Birde arada bir gıcık tutması ile gökgürültüsü ile yarışan bir desibelde öksürme sorunum olmasa iyileşiyorum bile diyebilirdim. Cuma iş çıkışına kadar normal tempoda devam edip iş çıkış arkadaşlarla yapacağım Play Station partisini bekliyordum. Ama işten çıktığımda gördüğüm yağmur biraz moralimi bozmadı dersem yalan olur. Eh birde gittiğimiz ortam biraz duman altı olmaya müsait olduğundan sık sık öksürüp boğazımı tahriş etsemde haftasonuna başlangıç için böyle bir değişikliğe ihtiyacım vardı. Hastayken yapmamam gereken şeyleri yaptım ama açık söyleyeyim yine olsa yine yapardım

CUMARTESİ

Evet haftosonu biraz ailemle takılıp öğleden sonra kendimi eve atıp dinlenme planı yapıyordum. Fakat kısıtlı olan tatil zamanın her zamanki gibi yetmemesi nedeniyle işler pek planladığım gibi gitmedi. Özellikle Garanti Bankası'na ödeme yapabilmek için 1 saat kadar cebelleştiğimden dolayı soğuk havada dışarda dolandığım zamanlar uzadıkça uzadı. Sonunda birde ailecek yemek yiyelim diyince yemekle beraber biraz daha soğuk yedim. Her ne kadar yemek için değer diyeceğim ama yinede hastalık benle aynı fikirde değil sanırım. Yinede akşam eve gelince yapmak istediğim şeyi yapabildim. Bu aralar izlemek istediğim filmleri izleyebildim. Fakat filmlerden sonra gece 2-3 gibi yatayım dedim ama burnum o kadar tıkalıydıki bütün gece tuhaf rüyalar görerek 20 dakikada bir kalkıp durdum.

PAZAR

İşte günlüğün son kısmına geldik. Bu gün uyandığımda sabah sol burun deliğim baya iflas etmişti. Burun açıcı damla ile durumu toplasamda uykusuzluk üstüne halsizlikle beraber öğleden sonra 3 gibi baya baya uyuya kaldım. Saat 6 gibi kaltığımda ise çok daha iyi hissediyordum. Ama yinede yattığım yerden kalkasım yoktu. Gerçi bunun hastalıktan mı yoksa tembellikten mi olduğundan hala emin değilim. Neyse günün uyanık olduğum kısmında Call Of Duty World At War oynarken sık sık gözümün sulanmasına sinir olmam dışında burun ve sinüslerde tıkanıklık dışında bir sorunum kalmadı gibi.

BÖYLEYKEN BÖYLE

Evet dört günde baya tıp öğrencisine bol bol malzeme olacak şey çıkardık herhalde. Pazartesi daha fazla atraktif bir şey olacağını pek sanmadığımdan bu gün hem bayadır yazamadığım bloguma vefa borcumu ödedim hemde şu tuhaf dört gününüde tekrardan yaşadım. Şimdi sanırım kendime ıhlamur yapayım diyorum bu arada

12 Ocak 2009 Pazartesi

Yansımalar ve Yanılsamalar

Genel olarak hayatımda olan biten şeylerin detaylarını fark edebilen biri değilimdir. Belki bu yüzden fark ettiğim anlarda kendimi tuhaf hissederim. Ama bu son fark ettiğim şey hayatta geldiğim noktayı idrak etmeme neden oldu. Daha doğrusu yapamam dediğim şeyleri yapabildiğimi fark etmemi sağladı.

Neyse lafı uzatmadan o andan bahsedeyim ne demek istediğim daha açık anlaşılır. Geçen haftanın son iki günlerinde kariyerimin ilk firma ziyaretine gittim. İlk gün Merter'e gidip gelmek çok koymadı. Ama cuma günü Çerkezköy'deki fabrika ziyaretim sırasında dank etti kafamda bir şeyler.

Fabrikada genel müdürlerden biriyle yapacakları bir yatırım hakkında bilgi alıyorduk. Toplantı odasının bir kısmında fabrikayı görebilen bir camekan var. O camekanın tam karşısında oturuyordum. Adamın anlattığı şeyi bırakıp bir an o camekandan yansıyan kendi suretime baktım. Masanın ortasında takım elbise ile adamın firmanın yeni projesini dinliyordum.

Bir anda aklıma yıllarca filmlerde dizilerde toplantılara katılan ciddi adamlar geldi. Böyle çok önemli konuları tartışırlardı. En ciddi, en önemli konular, milyon dolarlar, hisseler havada uçuşurdu. Banada çok saçma gelirdi bu durum. Gerçek hayatta bu kadar ciddi olmaz bu işler yada böyle para pul işleri böyle olmaz herhalde derdim.

Bunu diyen bir adamın bir anda bu tür bir sahnenin aktörü olduğunu ancak aynada yansıyan suretini görünce fark etmesi bana tuhaf geldi. Demekki bu iş hayatının insan üzerinde hipnotik bir etkis var herhalde diye düşündüm. Yıllar önce olmayacak iş dediğin şeyleri yaparken bile fark etmiyor olmanın başka bir açıklaması gelmiyor aklıma.

Hayat sanırım herhalde böyle bir şey. Yıllar önce böyle olacağımı düşünmemiştim. Bir anda bu hale gelmişim gibi geliyor. İnsan zamanın geçtiğini eski günlerin gerçektende eskilerde kaldığını ancak böyle anlarda farkediyor insan. Fark ettiğimde üzülsem mi eskiden inanmadığım bir olgunun parçası olduğum için yoksa sevinsem mi sonunda büyüdüğüm ve artık sorumluluk alabildiğim için.

O an olduğum yerde değilde sanki daha geride televizyondan izler gibi hissettim kendimi. Nerdeyse herkesin duyacağı şekilde vay anasını neler oldu böyle bir anda diyecektim ama kendimi zorda olsa toparlayabildim. Hep bahsettiğim içimdeki çocuk herhalde bu izleyici olsa gerek. Çünkü içimdeki olgun insan o an toplantıdaydı.

Hayatını pek planlamayan ve kendi önüne çıkan durumlara göre hareket eden biri olarak kaderin beni getirdiği yerlere bazen nasıl geldiğime ancak oraya geldiğimde fark ediyorum. Açıkçası ne hissedeceğimi hala tam olarak bilmiyorum ama yinede böyle bir duruma gelmek beni heyecanlandırıyor. Gelecekte neler olacak neler bitecek diye meraklanmamı sağlıyor böyle anlar. Umarım gelecekte böyle anları sık sık yaşarımda arada hayatın monotonluğundan kurtulurum.

6 Ocak 2009 Salı

Sorular Sorular Sorular

Mevzusu güzel olan mimleri seviyorum. Allaha şükür gelen mimlerde hep bu tarz kıvırabileceğim şeyler oldu. Yine bu duruma örnek olabilecek bir konuda yazacağım. Yirmi soru ve onlara verilecek 20 cevap ile karşınızdayım efendim.

1- En sevdiğiniz kelime nedir?
Açıkçası böyle sorunca aklıma net bir şey gelmedi. Sanırım tembel biri olmamdan dolayı tatil kelimesini çok seviyorum. Tatil benim için istediklerimi yapabildiğim özgürleştiğim kendim olduğum zamanları simgelediğinden sanırım en doğru kelime bu.

2- En nefret ettiğiniz kelime nedir?
Bu soru sanırım benim için ilkinden bile zor olacak gibime geliyor. Çünkü sevmediğim kelimelerin sayısı sevdiklerimden fazladır. Neyse biraz düşünüp taşınınca en uygun cevabın yasak olduğuna karar verdim. Genelde neyin olması neyin olmaması gerektiğine kendim karar vermek istediğimden bir şeyin bana yasaklanması sinirimi bozar.

3- Sizi ne heyecanlandırır?
Güzel bir soru gerçekten görmek istediğim bir filme gitmek beni heyecanlandırır. Yada uzun zamandır görüşemediğim arkadaşlarımla beraber olmadan önce yola çıkarken heyecanlanırım.

4- Heyecanınızı ne öldürür?
Çok hevesli olarak bir şey yapmaya başlamışken karşıma hiç beklemediğim bir engel çıktığında. Yada çok büyük beklentiler içine girdiğim şeylerde hayal kırıklığına uğradığımda benzer bir durum için tekrar heyecan duymam mümkün olmuyor pek

5- En sevdiğiniz ses nedir?
Güzel bir gitar tınısını yada geçmişten gelen neşeli bir şarkı çalan akordeon sesi ilk aklıma gelenler oldu. Akordeonun aklıma gelmesinde bu aralar bazen iş yerinin olduğu sokakta birilerinin akordeon ile bir kaç şarkı çalıp gitmesinin etkisi oldu herhalde.

6- Nefret ettiğiniz ses nedir?
Tembel bir adam en çok hangi sesten nefret edebilir acaba. Pek düşünmeye gerek yok. Çalar saat sesinden nefret ediyorum gönül rahatlığı ile söyleyebilirim.

7 - Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
Lisede Fen - Matematik okuyan biri olduğumdan o dönemden pek çok arkadaşım şimdilerde mühendislik okuyor yada mühendis oldu. Onların okurken çektiklerinin önemli bir kısmına şahit olduğumdan dolayı. Benden pek mühendis olmaz diye düşünürüm hep.

8- Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz?
Aslında elimde olsa hepsine sahip olmak isterdim gibi aç gözlü bir şey diyebilirim. Ama bu konuda yazanlarda sık sık gördüğüm karşındakilerin düşüncelerini okuma fikri bana çok çekici geliyor. İnsanın doğasındaki merakı doyurabilecek özellik. Ama bunun dışında bir şey seç deseniz zamanda yolculuk yapabilmeyi seçerdim. Geçmişte yaptığım bazı şeyleri farklı yapabilmek ve kelebek etkisini bizzat yaşamak isterdim.

9- Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
Açıkçası benim için en zor soru bu olacak sanırım. Ben olmasam herhalde istediğimde istediğimi yapabilecek güce ve kaynağa sahip olan biri olmak isterdim gibime geliyor. Yada hiç bir sorumluluğun altına girmeme neden olmayacak hayattan kopmuş biride olabilirdim.

10- Nerede yaşamak isterdiniz?
Genelde bu soruyu kendime sorarım. Sanırım bir dağın eteğinde bir göl kenarında güzel bir villası olan herkesten ve her şeyden uzak bir yerde yaşamak isterdim.

11- En önemli kusurunuz nedir?
Oldukça kolay bir soru inatçı olmamdan başka bir cevap aklıam gelmiyor. Kafamda oluşan karardan eminsem kendime zarar verecek olsada o kararımdan dönmememden daha büyük bir kusurum aklıma gelmiyor.

12- Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?
Çok hoşuma gitti bi soru. Herhalde buna en iyi cevabım insanlara yardım etmem diyebilirim. Genelde hep suçlu ben olsamda çevremdeki insanlara yardım etme konusunda genelde bir inadım oluyor. Aslında bağlı olarak inadım hem kusurum hemde en sevdiğim yönümde diyebilirim.

13- Kahramanınız kim?
İşte bir zor soru daha. Sanırım bunun için aklıma gelen bir kaç Anti-Hero'nun adını sayabilirim. Dr. Hannibal Lecter, John McClain, T800, Snatchten Turkish ve Optimus Prime ilk aklıma gelenlerler oldu. Bu arada iki kahramanın robot olmasıda ayrıca ilginç oldu herhalde

14- En çok kullandığınız küfür nedir?
Yetiştiğim yerler küfür çok kullanılan bir şeydi. Ondan dolayı hayatımın ilk yıllarında çok ciddi bir küfür dağarcığım oldu. Gerçi büyüdükçe bunları törpülesemde en sık kullandığım küfürü buraya yazmam pek doğru olmaz herhalde. Yinede ipucu vereyim s.k.t.r. sık kullandığım küfürlerdendir.

15- Şu anki ruh haliniz nasıl?
Mutluyum ama birazdan yatacağımdan ve sabah yine iş olduğundan hafif bir mahsunlukta yok değil üzerimde.

16- Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
Klişeleri seçmem gerekirse; seni öldürmeyen güçlü kılar ve yemek buldun, dayak buldun kaç en bana uygun sloganlar olur herhalde.

17- Mutluluk rüyanız nedir?
Upuzun dümdüz bir yoldayım. Sağımda ve solumda tarlalar ve ağaçlar var. 69 model siyah bir Mustang ile son sürat güneşin batışına doğru gidiyorum. Gittiğim yeri yada beni orda neyin beklediğini bilmiyorum. Sadece gittiğim yolun her miliminden keyif aldığımdan eminim.

18- Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?
Kışın buz gibi havada sıcacık yatağından sabahın köründe çıkmak zorunda kalmak.

19- Nasıl ölmek istersiniz?
Bir sandala bineyim denize açılayım. Sandalda iyice herşeyden uzaklaştığımda, uzanayım gökyüzüne bakayım. Sonra bir iki derin nefes alıp bu dünyadan göçüp gideyim. Ne kimse duysun ne kimse görsün.

20- Öldüğünüzde cennete giderseniz Allah'ın kapıda size ne söylemesini istersiniz?
Gİ-RE-MEZ-SİN


Bunu okuyup bu konuda yazmak isteyen herkes mimlenmiş kabul edebilir kendini.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Özledikleriniz

Başlık özledikleriniz. Konuyu tahmin etmeniz zor değildir elbette. Ama ben öyle çok derinlere çok geçmişlere gitmek niyetinde değilim. Hazır yeni yılar girmişken geçen sene bu zamanlarda olanlardan neyi özlemişim şöyle bir onları gözden geçireyim istedim.

Yanlız bunu anlatmaya başlamadan önce bu konunun aklıma neden geldiğinide anlatmak istiyorum. Yaklaşık beş dakika kadar önce yarın bir kanalda yayınlanacak bir macera filminin reklamını gördüm. Çok öyle ahım şahım bir film sayılmaz. Ama o filmi ilk defa izlediğim dönemleri hatırlamama yetti.

O zamanlar neler güzeldi yada o zamanlar yüz çevirsemde şimdi değerini bu kadar kısa sürede anlayabildiğim neler oldu diye düşünürken bunu anları en iyi burada yazarak ortaya koyabileceğime karar verdim. Hem belki gelecek sene bu zamanlarda bu yazıyı okuyup yine başka şeylere dalarım.

Neyse konu iyice dağalmadan artık mevzuya gireyim. Bu arada aklıma gelenleri önce bir cümle ile yazıp sonra o konudaki özlemleri anlatıp bir nevi madde madde gitmeyi planlıyorum.

Her şeyden önce şu son 8-9 aylık döneme kadar hayatımda önemli bir yer basketbol maçlarını izleyemiyorum. NBA hayatımda 2004 yılından beri çok ciddi bir yer işgal ediyordu. Bu hobi sayesinde hem kendi düşüncelerimi ilk defa düzgünce yazabileceğimi anladım. Hemde çok güzel dostluklar kurdum. Şimdi ise kasım ayında başlamış olan yeni sezona rağmen şu ana kadar daha bir maçı ne canlı nede banttan baştan sona izleyemedim. Fakat yinede konudan tamamen uzak kalmamak için elinden geldiğimce haberleri takip etmeye çalışıyorum.

Filmlere vakit ayıramıyorum. Sinema salonlarında filmi arkadaşlarla izlediğimden o konuda pek bir eksikliğim yok. Fakat eskiden indirdiğim yada DVD'sini aldığım filmlere çok ciddi zaman ayırabiliyordum. Hatta günde üç film izleyebildiğim günler vardı. Şimdi ise ancak çok ciddi şekilde seçici davranak kısıtlı zamanımı en efektif şekilde değerlendirecek kadar film izleyebiliyorum. Ama yinede film arşivi yapma hevesi konusunda değişen bir şey yok. Hatta artık kendi ekonomik kanyaklarımın olmasının bu bakımdan faydası var.

Bir sonraki maddemiz ise bir öncekinden çok farklı sayılmaz aslında. Eskiden takip ettiğim dizileri aynı yoğunlukta takip edemiyorum. Geçtiğimiz sene bence son yıllarda bir sezon içinde yayınlanmış en iyi dizi sezonu olan Dexter'ın ikinci sezonunu iki gecede izleyip bitirebilmiştim. Yada bazı dizilerin sezonları biriktirip tekmilini birden izleyebiliyordum. Şimdi ise ancak cuma akşamlarını dizi akşamı ilan ederek 2-3 dizi izleyebiliyorum.

En sondan bir önceki konu ise belkide benim için en önemli eksiklik. Geçen sene bu zamanlarda bana aile içinde en yakınlardan biri olan ananemi hayattaydı. İnsan kendine bu kadar yakın olan insanların asla ölmeyeceğini sanıyorsun sanırım. Hiç beklemediğim hatta bu konuyu yazarken bile inanamadığım bir durum bu. Bu konuda en güzel sözü annem (ki ben ananemi kaybedince oda annesini kaybetmiş oldu) söyledi. İnsan böyle bir yakınını kaybedince acısı zamanla azalmıyor, sadece çektiği acıya alışabiliyor. Gerçektende insan hala kabullenemiyor böyle bir yokluğu

Son olarak ise hayatımın genel olarak en ciddi değişikliğinden bahsetme istiyorum. Eskiden istediğini istediği zaman yapan. Mümkün olduğunca serserilik yada aylaklık olarak tabir edilebilecek şeyler yapabiliyordum. Aylarca saç yada sakal traşı olmadığım dönemler olmuştu. Yada yağmurlu havada ıslanmak pahasına kafamı korumadan yolda yürüyebiliyordum. Yada arkadaşlarımla istediğim saatte çıkıp gezebiliyordum. Şimdi ise hayatımın düzenlemesi haftasonu dışında benim kontrolümde değil. Bir yakınını kaybetmekten sonra bence insana en zor gelecek şeyde bu. Özgürlüğünü kaybetmek. Hemde bunu bilerek isteyerek yapmak. Benim gibi birinin sorumluk almak için adım atması ve elindekileri kaybetmeyi göze alması cidden kolay değil.

Bu kadar doğaçlama yazınca pek uzun bir liste yapamadım ama yinede aklımda olan en önemli maddeleri sıralayabildim sanırım. Peki tüm bunlar sonucunda bu sene içinde yaptıklarımın sonucunda kaybettiklerimi ve kazandıklarımı tartıya koyduğumda halimden memnun muyum diye bakarsak. Bence olması gerekenler oldu. Muhtemelen aynı şeyleri bir daha yapmam gerekse aynen böyle yapardım. Kaybettiklerime (Biri hariç) rağmen kazandıklarım hayatımda daha önce elimde olmayan şeylerdi.

Bakalım seneye bu zamanlarda neler yazacağım ...

2 Ocak 2009 Cuma

Issız, Kalpsiz yada Adam gibi Adamlardan Bıktım Sade ve Sadece Adam Olmak Suç mu

Başlığı bilerek uzun tuttum aslında. Aklımdaki konuyu net bir şekilde ortaya koysun diye. Bayadır böyle bir konuda yazabilir miyim diye düşünüp duruyordum. Dürüst olmak gerekirse mevzunun alt konularını toplyıp belli bir fikre varıp bağlama konusunda endişelerim vardı. Nede olsa konu kolaylıkla dağılabilecek ve ondan sonra ben bunları nasıl toparlarım diyebileceğim yerlere gidebilecek kadar geniş.

Neyse başlığı biraz daha açıp konuya girmenin vakti geldi sanırım. Bu aralar sporda yada sanat hayatında sürekli adamlıkla ilgili şeyler gözüme çarpıyor. İlginç bir şekilde bu adamların adamlıklarının yanında mütemadiyen bir sıfatları var. Issız, kalpsiz ve adam gibi aklıma ilk gelenler oldu. Kafama takılan noktaşu; neden adamlık günümüz yaşam tarzında yeterli olmuyor.

Adam olmak sadece cinsiyet olarak erkek olan ve belli bir yaşa gelmiş insanlara denen bir şey gibi algılanıyor. Amma velakin adamlık o kadar kolay ve sadece biyolojik olarak açıklanabilecek bir durum değil. Bu noktada delikanlılık yada daha arabesk bir tanımlamara girecek değilim. Adamlığın ne olduğunu daha doğrusu adamlıktan en anladığımı açıklarsam ne demek istediğimi daha iyi anlatırım herhalde

Adamlık fizikselden ziyade zihinsel bir kavram olmalı. Hani sürekli ben büyümekten kaçıyorum diyorum ya. Mesela Adam dediğimiz şahsın ne büyümekten nede büyüdükçe artan sorumluluklatından kaçmaması gerekir. Bunlara ek olarak olgun denen olguda adamlığın çok ciddi bir boyutu olmalı.

Bir insan çocukluğunun bittiğini kabul edip hayatının yeni seviyesine kucak açmaları yaşının gerektirdiği gibi davranabiliyorsa halk arasında kendisi için adam olmuş denir. İşte benim adamlıktan anladığım böyle bi durumun farkında olma ve olgun gösterme yetisidir.

Fakat günümüzde böyle bir adamlık pek yeterli gelmiyor insanlara bana tuhaf gelende bu. Bir insanın olgunlaşmasında ötesinde ondan ekstra bir şey beklemesini haksızlık olarak görüyorum. Belki kendimin bile tam olarak adam olduğunu söyleyememeden dolayı onlara haksızlık yapıldığını düşünüyorumdur ama bu ekstra tanımlamaları yapmanın modasınada bir türlü mantıklı bir açıklama getiremiyorum.

Bu durum sanırım zaman zaman bahsettiğim toplumda anlayamadığım ama sinir olduğum şeylerden oldu herhalde. Film ve dizilerde adam olmuş ama yinede bak hala böyle defoları var demek için böyle bir tanımlama kullanılabilir adam o durumda bir adam ben sana ıssız olamazsın demedimki ben sana adam olamazsın diyip olay yerinden koşarak uzaklaşmak istiyorum.

Hele birde sporda ben über delikanlıyım demek için adamlığından 2-3 seviye üstü bir pozisyon yaratarak kendine adam gibi adam şeklinde paye biçmeleri tamamiyle trafikomik bir durum bence. Eğer sen gerçekten böyle biriysen bırak senin için öyle densin ama sen millete karşı gerine gerine şunu söyleme be adam. Sonra hakikaten adam gibisin ama daha tam adam olamamışsın diyip o olay yerindende uzaklaşmak isteyebilirim

Muhtemelen durumu bendeniz abartıyorum. Ama kelimelerin özellikle bazı kelimelerin içini bu kadar çabuk ve bu kadar kolay boşaltırsak gelecek Türkçemizdeki kelime haznesi bize dar gelmeye başlar. Her şeyi yerince kararınca kullanıp olayları abartmasak bende durumu abartmayıp böyle bir yazı yazmayacaktım.


Not: 2009'un ilk yazısında bu yazıyı okuyan okumayan herkesin hayallerindeki gibi bir 2009 geçirmesini dilerim.