30 Kasım 2008 Pazar

Şu Anda Başlık Görüntülenemiyor

Kafam kazan gibi şu anda. Normalde akşamdan kalma olmam yada öğlen kalkmamdan dolayı böyle sorunlarım olmaz. Ama bu gün nedense farklı hissediyorum. Ha bunun nedenlerinin peşine filanda düşmeyeceğim şu an için onuda önceden belirteyim.

Daha ziyade aklımda insanın kendini yorgun, isteksiz ve hatta hımbıl hissettiği anlarda neler olur sorusunun üstüne gitme niyetindeyim. Öncelikle kendi üzerimden çok yakın zamanlı (hatta bu yazı ile eş anlıda diyebiliriz) bir örnek vereyim.

Bu gün blog sayfamı açtığımda en son hangi gün yazı yazdığıma baktım. Tarihi görünce "bu gün bir şeyler" karalamak lazım dedim. Çünkü biliyorumki arayı soğutursam tembellik galip gelecek ve uzun süre tek satır yazamayacağım.

Ama sorun şuydu içimden yazacak bir şey gelmiyordu. Konusuz kalmak yada ilham gelmemesi gibi bir durum değil (Zaten konu bulma konusu o kadar her zaman kafamda yazılabilecek bir kaç konu olur asıl sorun bunları bir iskelete oturtarak yazılabilecek halde gözümde canlandırmak olur) bu bahsettiğim. Ellerim klavyeye gitmiyordu.

Üşenmeninde ötesinde yazı yazmak (ki son bir yıllık dönemde ciddi hobilerimden biri oldu) bana çok ağır bir yük gibi gelmişti. Eskiden bu tür şeyler hazırlamam gereken önemli ödevler yada çalışmam gereken zor sınavlardan önce hissettiklerim gibiydi. Sanki o hazırlama/çalışma sürecini ertelersem kaçınılmaz olan sondan kaçabilirmişim gibi hisseder. Sonunda ise kaçamayacağım kabullenir teslim (Tabi bu teslimiyet kararını verme süreci bir hayli uzun sürdüğünden tonla zaman kaybederdim) olurdum.

Şimdi bu kadar zevk aldığım bir şeyi yapmam gerektiğimde bu düşünceler kafamda oluştuğundan bunun ancak ve ancak bu gün bende bir isteksizlik olmasından kaynaklandığını düşündüm.

Asıl ilginç olanı ise normalde bu tür durumlarda kendimi hazır hissedene kadar her şeyi erteleyebilen bendeniz bu sefer tam tersine hem bu yapmamayı düşündüğüm şeyi yapıp hemde bu durumdam bahsederek durumun üstüne çok agresif şekilde gitmeye karar verdim.

Açık söylemem gerekirse başlığı yazdığım 15 dakika öncesi ve şu anda bu satırları yazdığım an arasında hissiyatımda çok ciddi değişimler oldu. Yazıya başlarken bir giriş yazayım sora oyalanır bir şeyler daha yazarım diye düşünmüştüm. Sonra bari bu durumumu örnek olarak verip onun üstünden giderek olaya daha direk gireyim diye sözde kendimce olaya daha baside indirgeyeyim dedim.

Fakat gelin görünkü bu isteksizliğin etkisi ile seçtiğim örnek beni fazlasıyla sarmaladığından örneği açıklamaya başladığım andan beri aralıksız yazıyorum. Hatta ilk anda aklıma ilk gelen başlıktan daha uygun şeyler aklıma gelmiş olmasına rağmen konuyu anlatmasada o anki ruh halimi daha iyi dışa vurduğundan ilk kullandığım başlığıda değiştirmemeye karar verdim.

Ne yalan söyeleyeyim yazıya başlarken kısa bir yada bir kaç örnek verip daha sonra bunlardan bir genelleme yaparım demiştim. Ama insan kendinden bahsederken, bunun sayesinde kendinide toparlayabiliyorsa planlarında ister istemez ufak değişiklikler yapabiliyor. Hele benim kadar doğaçlama çözümler yada fikirleri kullanmayı sevek biri bunu daha çok yapıyor. Bu nedenle genelleme yapmak yerine tamamen şu anda olanlar üzerinden en başta anlatmak istediklerimi anlatmaya çalıştım. Umarım başarılı olabilmişimdir. Olamasamda en azından bunu yapmanın beni daha iyi hissetirmesinin mutluluğu ile yetineceğim sanırım.

28 Kasım 2008 Cuma

Ben Bir Garip Cezveyim Köşe Bucak Gezmeyim

Bu aralar birazdan bahsedeceğim konu oldukça popüler. Ayrıca üstünde biraz düşününce gayette bahsetmesi eğlenceli bir konu olacağından (hem az birazda bu yönde istekte varken) bulduğum ilk boş vakitte (ki oda şu an oluyor) yazmanın hayırlı olacağını düşündüm.

Neyse bu peşrev kısmını ziyadesiyle uzatmadan konumuza girelim. Efendim konumuz garip huylarımız. Daha doğrusu kişinin kendi tuhaf huyları yada sık sık başına gelen ve genelde şannsızlığın kanıtı olarak gösterilebilecek olaylar. Teker teker yazmak gerekirse;

- Yabancı bir ortama girdiğimde hele birde o yabancı ortam uyum sağlamamda zor bir ortamsa çok ciddi şekilde içine kapanır gözlerim önümde öyle dururum.

- Çoğu zaman uzun süre konuşmadıktan sonra bir şeyler konuşmaya başlayacaksam sesim muhakkak çatallı ve tuhaf çıkar.

- Randevularıma geç kaldığımda acele etmeyi, erken gittiğimde beklemeyi hiç ama hiç sevmem.

- Güzel bir manzara gördüğümde tam ona bakmak istediğimde önüme illa bir şey yada birileri çıkar.

- Bir yere yetişmem lazımsa yürüdüğüm yolda illa önümde biri zınk diye durur. Bende ona çarpmamak için kırk takla atmak zorunda kalırım.

- Ne zaman elimi cebime yada çantamın gözüne atsam aradığım şey illa en dipte, en ulaşılmaz yerde çıkar.

- Bir yerimi sakatlamışsam o yeri defalarca daha çarpar canımı çok daha fazla yakarım.

- Sinemada tam yerime oturup yerleştiğimde mutlaka yan taraftaki koltuklara geçmek için ayaklarımı toplamamı rica eder.

- Böyle garip huylar filan diye lafa girip daha ziyade Murphy Kanunlarının vücut bulmuş hali şeklinde olayları sıralamakta bu yazının bu ana kadar ki kısmı ile buraya girmeyi hakketti.

- Bir şeyi birden çok kere tekrarlamam gerektiğinde agresifleşirim.

- Çok pis bir inat huyum vardır. Kendi zararıma olsa bile bir şey benim için inada binerse o şeyde sonuna kadar giderim.

- Başladığım pek çok işte daha işin yarısına gelmeden o işten soğumaya başlarım. Ne kadar bu huyuma sinir olsamda özellikle ders ve iş konusunda bunu çok yaparım.

- Sıkıcı bir şeyle uğraşıyorsam çok kolay dikkatim dağılır. Daha doğrusu dikkatimi dağıtmak için yer ararım.

- Yeni ayakkabı yada pantolon aldığımda ilk önce sağ ayağımı ayakkabının yada pantolonun içine sokarım.

- Çok heyecan yaptığımda yada paniklediğimde önce çok sağlam saçmalar sonrada onu normalde yapamayacağım şekilde iyi toparlarım.

- Herhangibir şeye hazırlanmaktansa onun yerine doğaçlama bir şeyler yaparak geçiştirmeyi tercih ederim.

- Eskiden hep sınavlarında hasta olurdum. Sınav kağıdına eğildikçe beynim burnumda akacak gibi olurdu.

- Bazen aklıma komik bir şey gelir. Ama bundan ziyade bu komik şeyler en olmadık yerde ve zamanda aklıma gelir. Gülmemek için kendimi zor tuttukça suratımda daha saftorik bir ifade oluşur.

- Teknoloji özürlü sayılabilecek biriyimdir. Bu nedenle pek çok teknolojik yeniliğe karşı dururum ama sonrasında pes eder bende o yeniliklere sahip olurum.

- Son bir kaç yıldır kendimi çok yaşlanmış gibi hissetiğim anlar oluyor.

- Hayatta pek çok şeyi ancak tecrübe ederek öğrenebiliyorum. Sobaya elini uzatıp canını yakarak öğrenengillerdenim.

- Motive olabildiğim zaman önümdeki zorlukları aşma konusunda başarılı sayılırım.

- Çevremde kaba insanlar gördükçe sinirlenir inadına daha saygılı olmaya çalışırım. (Ama bunu nedense her zaman yapmam bazen sadece gördüklerime sinir olur geçerim)

Aslında böyle listelerin kolay kolay sonu gelmez. Bu nedenle burda noktalamak en hayırlısı olacak. Daha sonra böyle lislenecek kadar birikim olursa yeniden kaldığımız yere döneriz.

25 Kasım 2008 Salı

Kış Baştırdı

Genelde soğuk havaydı, kıştı filan derken pek tatilde olmadığından insan hafif bir depresifleşir. Daha doğrusu havalar kapanmaya başlayınca benimde içim kararır gibi olur. Fakat son yıllarda kış zamanlarında da tembellik yapacak bol vaktim olmasından bu durumu aşma yolunda önemli adımlar attım.

Her şeyden önce normal şartlardan bana sıcak yada soğuk havadan birini seç deseler ben soğuğu seçerim. Belki bere ve eldiven kullanmayı sevmemden, belkide sıcaktan ne yaparsan yap kaçman zorken soğuğa karşı giyinerek karşı koyabilme durumundan dolayı.

Eskiden en çok yağmurlu ve kapalı havalara gıcık olurdum. Daha öğlen saatinde hava kararmış gibi insanın tembelliğe iter bu hava derdim. Fakat yağmurda amaçsızca ıslanmayı dert etmeden dolanmanın ve insanlar sağa sola kaçışırken yolun ortasından rahatça yürüyebilmenin tadını alınca eski fikirlerimi ciddi anlamda gözden geçirdim.

Oldum olası şemsiyede kullanmayı sevmeyen biri olarak gözlük takmaya başladığım dönemden sonra her yağmurda gözlük camlarında silecek olsa diye bir ihtiyaç duysamda o yağmurun kendi has yağarken çıkardığı ses ve insanın sadece yağmurun ıslattığı yollarda yürümek gerçekten başka bir lezzet başka bir zevkmiş.

Kışın birde en nadide en özel olayı vardır. O olduğunda her taraf bambaşka görünür göze. Tahmin edilmesi zor olmayan bu sözde gizemi sonladırıp bahsettiğim şeyin kar olduğunu söyledikten sonra karın güzelliğinden bahsetmek gerekir.

Kar demek soğuk demek, kar demek yolların kapanmas demek ama eskiden beri en önemlisi kar demek tatil demek. Ama o tatil olayınında dışında kar yağdımı bu Şehr-i İstanbul bir başka oluyor. Her yer bembeyazken gecenin en ayazında camı açıp dışarı bakmak. Yüzünde o soğuğu dibine kadar hissetmek gerçekten insana yaşadığını hissettirir.

Tabi birde kar yağarken yüzünü gökyüzüne dönüp kar tanelerini yemeye çalışırdım. Açık söyleyeyim bunu hala yaparım ve yapmaktanda büyük zevk alırım. Kar topu oynamak yada kardan adam yapmaktan bile daha zevklidir bu kar taneleri yemek.

Düşündümde kış hakkındaki fikirlerimin değişmesi çok iyi olmuş alsında. Eskiden yılın en az 3-4 aylık kısmından bunalırdım. Fakat şimdi o dönemleri belkide yazdan daha çok seviyorum daha çok bekliyorum. Birde büyük bir hayalim var ondanda bahsederek yazıyı noktalayalım. Umarım bir yılbaşı akşamında camdan baktığımda etrafı bembeyaz karlar altında bulurum.

23 Kasım 2008 Pazar

Ağır Misafirler

Saate baktı. Fazla zamanı olmadığını görünce içini tatlı bir heyecan karşıladı. Kolay değil tabi, bugün çok çok özel üç misafir ağarlayacaktı. Hayatının son 6 yılını bir akşam yemeğinde masaya dökebilmek herkese nasip olabilecek bir şans değildi.

Onların en sevdiği yemekleri yaptı. Köfte, Biftek, Patates Kızartması ve büyük bir kase Salata yemeğin öne çıkan kısımları olacaktı. Yemek yapma konusunda çok yetenekli biri olmadığından yemekleri hazır aldı. Onları ısıtıp misafirler gelmeden önce masaya servisi yapması yeterli olacak olsada hata yapmak istemiyordu.

Yemekleri ocağa bırakıp salatayı masaya koyduktan sonra müzik setine doğru ilerledi. Normal ne kendisi nede misafirleri yemekte müzik konusunda istekli değillerdi ama yinede normalde yapılmayan şeyleri denemek için oldukça uygun bir geceydi bu gece.

CDlerini karıştırmaya başladı. Pek çok albümü çok sert, çok gürültülü veyahutta muhabbet arka fonu olmaz bundan diyerek eledi. Sonunda aradığını bulmuştu. Ne çok dikkat çekici nede çok ortadan kaybolmayacak bir şeyler bulduğuna karar verdi. Kargo'nun Yanlızlık Mevsimi albümünün introsu Azizlerin Yanlızlığı çalmaya başladı.

Tekrar saate baktı. Nerdeyse gelirler dedi. Koşar adımlarla mutfağa gitti. Isıttığı yemekleri sırayla ve itinayla masanın ortasına koydu. Odasına gidip misafirleri gelmeden üstüne bir kez daha çeki düzen vermeye karar verdi. Aynada kendisine bakmaya başladı. Gözlükleri yamuk duruyordu. İlk gözüne bu çarptı. Hemen gözlüklerini düzeltti. Sonra gri çizgili gömleğinin kollarını üç kat kıvırdı. Kotunun sağını solunu çekiştirip daha düzgün duracak hale getirdi Son kez kendine baktı ve tamam hazırım dedi.

Tam bunlar olurken kapı çaldı. Mükemmel zamanla diye içinden geçirerek evin diğer ucundaki odasında sokak kapısına gitmeye başladı. Kapıyı açtı. Karşısında 18 yaşında, kısa saçlı, hafif kirli sakallı irice bir delikanlı çıktı.

Kapıdaki: Nasılsın Onur?
Ev sahibi: Sağol Onur iyiyim seni sormalı.
Kapıdaki: Sağol abi, bildiğin gibi üniversite yeni başladı ona alışmakla uğraşıyorum.
Ev sahibi: Bilmez miyim canım bilmez miyim.

Kapıdaki Onur'un 18 yaşındaki haliydi. Aynı kişi 6 senede nasıl bu kadar değişir sorunun gözle görülür haldeki cevabı cerayan ediyordu evin kapısında. 18 yaşındaki misafirimiz içeri girdi. Üzerindeki montu çıkardı ve hemen salona doğru ilerledi. Üzerinde spor bir gömlek vardı. Kirli sakalının özellikle çenedeki kısmı diğer kısımlarından daha uzun görünüyordu. Ama henüz yeterince gür olmadığından istediği gibi görünmüyordu. Bu nedenle toptan sakalını kesmeyip biraz daha uzamasına karar vermiş gibi görünüyordu.

Hoş ev sahibi bu şekilde görünmesede olayın aslında böyle olduğunu gayet iyi biliyordu. Nede olsa insan herkesi kandırabilsede kendini kandıramıyordu. Salonda karşılıklı olarak tekli koltuklara oturdular. Tam 24 yaşındaki ev sahibi okul hakkında şöyle yap böyle yap diye nasihatlarda bulunur ve 18 yaşındaki misafir bunları dinler gibi görünüp aslında kafasındaki sınıf arkadaşları ile enstrüman çalmayı öğrenip grup kurmayı denesek mi konusuna yoğunlaştığında zil çalmıştı.

Ev sahibi kapıya doğru gitti. Karşısında 22 yaşında uzun saçlı, keçi sakallı paltosunun içindeki eşofman üstünün kapşonunu hala kafasından indirmemiş kendisi duruyordu. Kulağındaki mp3 çalar kulaklığından bangır bangır müzik sesi geliyordu.

Ev sahibi: Oooo merhaba merhaba hoşgeldin.
2. Misafir: Sağol abi, sırf bu yemek için akşamki pazarlama dersini ektim değerini bilesin
Ev sahibi: Sağolasında o derse zaten pek girmezsin, girdiğinde dersi çok dinlemezsin kimi kandırıcaksın allahını seversen geç otur hadi.
2. Misafir: Öyle deme abi bu sene okula ne kadar asıldığımı biliyorsun. Zamanında yaptığım hataları yapmıyorum. Ders çalışmasamda dersleri kaçırmıyorum çoğunlukla

Aslında ev sahibi bu konuyu daha çok uzatabilirdi ama kapının önünde konuşmaktan hem kendisinin hemde misafirinin hoşlanmamasından dolayı eliyle onu içeriye davet etti. İkinci misafir olan 22 yaşındaki halide ayakkabılarını baya bir uğraşı ile çözerek içeri girdi.

İki misafir merabalaşmış ve yeni misafirde üçlü kanepenin ortasına oturmuşken yine kapı çaldı. Ev sahibi diğerlerine "iyi herkes gelmiş oldu. Yemek için çok beklemeyeceğiz" diyerek kapıyı açmaya gitti.

Kapıda uzun saçlarını baya bir mücadele sonucu geriye yatırmış. Oldukça uzun favori ve keçi sakalı olan 20 yaşındaki hali vardı. Elinde cep telefonu mesaj atmakla uğraşırken gözlerini telefonun ekranından ayırmadan

3. Misafir: Ohooo abi kapıda ağaç olduk nerdesin yaaa
Ev sahibi: Ne diyorsun sen ya 30 saniye olmadı bile hem insan bir karşısındakinin yüzüne bakar ne bu elde telefon çıt çıt çıt mesaj yazıyorsun.

Biraz sinirli bir halde onuda içeri davet etti ev sahibi salondaki kısa süreli muhabbet sonunda ev sahibi "Acıkmışsınızdır hepiniz, isterseniz yemeğe geçelim" dedi. Tüm misafirler bu teklifin adeta üstüne atladı.

Diktörgen masanın uzun kenrlarının birine 18 yaşındaki misafir diğerine 24 yaşındaki ev sahibi oturdu. kalan iki sanldayeye ise karşılıklı olarak 20 ve 22 yaşındaki misafirler oturdu. Ev sahibi yemeklerinin üzerindeki örtüleri kaldırıp tabaklara servisi yaptı. Sonrada mutfağa koşup biraları getirdi. Biraz alkolle beraber çok daha eğlenceli bir akşam olur diye düşünmüştü bu biraları alırken. Ama ilerleyen dakikalarda olacakalrı bilse bunu yapmazdı herhalde.

Yemekteki ilk 15 dakika boyunca kimse konuşmadı. Bu arada Yanlızlık Mevsimininde Marilyn Monroe bitmişti. 22 yaşındaki misafir gülerek ve alaycı bir ifadeyle 20 yaşındaki misafire " Dersler nasıl gidiyor" dedi. 20 yaşındaki misafir "Ne dersi ya dersle ne işim olur. Kantinde oturuyorum anca hava çok soğuk olursa dersin ilk saatine giriyorum arka taraflarda telefonda oyun oynuyorum" dedi.

22 yaşındaki misafir bu cevaba çok kızarken, 18 yaşındaki misafirse 20 yaşındaki misafirin dersleri bu sallamayan cesaretine hayran kalmıştı. 24 yaşındaki ev sahibi ise önceden fırtınayı hisseden bilge balıkçı gibiydi. Cevabı duyunca yüzü ekşimişti. Ama belkide beklediği gibi olmaz olaylar diye kendini kandırmaya çalışıyordu.

22 yaşındaki misafir "Aman derslere girme zaten sonra sınav zamanında görürüm seni" dedi kızgınlığını ses tonuna yansıtan bir şekilde. 20 yaşındaki misafir "görürsem söylerim" diyerek amiyane tabirle 22 yaşındaki misafiri sallamıyordu. 18 yaşındaki misafir ise 20 yaşındaki misafirin bu kendinden emin haline hayran olmuş, 22 yaşındaki misafirin gereksiz yere huysuzluk yaptığını düşünüyordu. 24 yaşındaki misafir ise içinden çok geç diye düşünüyordu.

"Ne kadar sorumsuz bir adamsın sen ya, şurada sana tecrübelerimin sonucunda olabilecekleri açıklamaya, sana yol göstermeye çalışıyorum." dedi 22 yaşındaki misafir. Artık iyici kızdığı konuşruken ellerini ve mimiklerini çok sert ve keskin hareketlerle kullanmasındanda belli oluyordu.

20 yaşındaki misafir onu dinlemek yerine cebinden çıkardığı telefonu ile mesaj yazıyordu. Bu durum 22 yaşındaki misafiri dahada çileden çıkarıyordu. 18 yaşındaki misafir ise bu ikilinin arasındaki elektrikten dolayı çok rahatsız olmuş ama içten içe inanılmaz saygı duyduğu 20 yaşındaki misafiri haklı görsede 22 yaşındaki misafirdende çok çekindiğinden bunu belli etmemeye çalışıyordu.

24 yaşındaki ev sahibine dönerek "Şu ukalanın yaptıklarına inanabiliyor musun? Ama suç sende bu tipi neden çağırdın buraya zaten" dedi 22 yaşındaki misafir. Ev sahibi ise tamam uzatıp tadımız kaçırma sende ama ya sakin ol biraz.

"Ne sakin olması ya 10 saat dersten çıkmışım zaten, kafam kazan gibi olmuş bu beyfendiye bir yararımız olsun diye uğraşıyoruz ama kendisinin umurunda değil." Dedi 22 yaşındaki misafir. 20 yaşındaki misafirde artık bu saldırıdan usanmaya başladığını belli eden bir tavırla "Ne diyorsun ya 10 dakikadır. Koskaca adamım ne yapıp ne yapmayacağıma sana akıl danışarak karar verecek değilim herhalde. Benim aklım bana yeter sen paran varsa bana ondan ver" dedi

Bu lafı duyunca 24 yaşındaki ev sahibi acı acı gülümsedi. Pek çok anısı aklına geldi. Ama yinede bu kavgaya müdahele edip sonra hepsinin birden onun üstüne gelmesi riskini göze alamayarak izlemeye devam etmeye karar verdi. 18 yaşındaki misafir ise bu sözlerden çok etkilenmişti. Gerçekten ergenlik çağını geçmiş ve resmi olarakta birey olabilmiş birinin başkasının aklına ihtiyacı olamaz diye düşündü.

"Bu kalın kafalı laf dinlemez adamla aynı masada kalamam ben" diyerek mendili fırlatıp kalkmaya karar verdi 22 yaşındaki misafir. 24 yaşındaki misafirde artık sinirlenmeye başlamış bir halde 20 yaşındaki misafire dönüp "Aferin harika bir başardın" dedi.

"Ehhhh yeter ya, siz yaşlı adamların çok bilmiş laflarını dinleyip birde suçlu ben mi olacağım bende gidiyorum" dedi. Sonra 18 yaşındaki misafire dönüp " İstersen sende gel bu dinazorlarla beraber güzelim geceni rezil etme" diye bir teklifte bulundu. 18 yaşındaki misafir gözleri önünde olanlardan dolayı korkmasınında etkisiyle "T... t... tamam abi" dedi.

22 yaşındaki misafir, 24 yaşındaki ev sahibi ile vedalaşıp "Bu adamın yolunda gitme sonra sizin arkanızı ben toplamak zorunda biz kalmayalım" diye 18 yaşındakine bir öğüt vererek kapıyı vurup çıktı.

20 yaşındaki misafir ise "Sen bu herifi dinleme işte bu kadar dersti sorumuluktu kafana takarsan sonunda sadece agresif gıcık herifin teki olursun. Hayatın tadını çıkarmaya bak" diyerek 18 yaşındaki misafiri masadan kaldırdı. 24 yaşındaki ev sahibi bu olanları az çok daha önceden tahmin etmenin verdiği duygu ile az önceki sinirini bastırabilsede geçmişte nasıl böyle sadece kendi dediğinin doğru olduğunu sanan bir adam olduğuna inanmakta zorlandı.

Yinede misafirlerini kapıya kadar geçirdi. Daha sonra tek başına hazırlamak için bu kadar özendiği masaya oturdu. Müzik setinden Boğaziçi'nin girişi duyulurken "Bir daha bu adamları yemeğe çağırırsam ne olayım" dedi.

NOT: Bu yazının ana konusu daha önce Ali Poyrazoğlu'nun bir kitabı hakkında röpörtajı sırasında kitabundaki bu hikayesinden bahsetmesi sonucu kafamda oluşmuştu. Yazıya dökmek şimdiye kısmet oldu.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Post-İt Notları #5

- Hayatım boyunca yeni şeylere çabuk alışamamışımdır. Bu nedenle yeni bir bilgisayar almam benim için oldukça zor durumlar yaratıyor. Hele birde yeni programlara alışma onları kullanabilme yeteneğini geliştirebilme gibi durumlar benim gibi tembelliği seven bir adam için nasıl zor gelir varın siz düşünün.

- Son zamanlarda hep diyorum ya, iş ortamı iyice yoğunlaştı. Bu haftanın başına kadarda bu yoğun tempo sürdü gitti. Ama şu son 2 gündür biraz nefes alabilir bir hale geldim. Bu arada son projeler sayesinde iş ortamı ile ilişkilerim baya bir gelişti. Faydasını ilerleyen dönemde göreceğim gibime geliyor.

- Cem Yılmaz'ın A.R.O.G.'unun hemen hemen 2-3 günde bir çıkan yeni fragmanlarına bakarsak yine ilk filmdeki gibi fazla kafayı çalıştırmaya gerek olmasada bazı esprilerinin klasikleşebileceği bir film olacak gibi gözüküyor.

- ADSL marifeti ile yabancı dizileri neredeyse yayınlandığı ülkeyle aynı zamanlarda takip edilbilmeye başladığım son 2-3 yıldır belkide beni en çok etkileyen dizi Dexter oldu. Şu anda yarısını geçmiş olan üçüncü sezonu ilede yine beni benden alacak gibi görünüyor. Bir dizinin kahramanı aslında kötü ama kendi içinde bir ahlak anlayışına sahip olunca ve buna birde kötülerle savaşan kötü sosu eklenince ortaya böyle leziz bir şey çıkıyor. İkinci sezonunu iki gecede izlediğim dönemler daha dün gibi aklımda zaten.

- Bu aralar hayatımda farklı şeyler olacakmış gibi bir hissiyat var içimde. Bunun nedenliye mi yada bunun sonucu olarak mı bilmem ama yeniliklerede oldukça açık bir şekilde gözlemliyorum etrafı. Nerede, nasıl ve ne olacak bilmiyorum ama tam anlamı ile istim üstündeyim.

- Geçen haftasonu bir şeyi fark ettim. Eğlenceli ve bol muhabbetli ortamlarda çok daha pozitif çokda iyimser biri oluyorum. Bir an için dertleri tasarları unutuyor o anın büyüsünde kayboluyorum adeta.

- Dark Knight'ın DVD'si çıkmak üzereyken DVD rip versiyonlarıda nete düşmüş hem rip versiyonunu indirip hemde DVD'sini alırım. Böylece haftada en az 3 posta bu efsaneyi tekrar tekrar izleyebilirim. Genel olarak filmlerle aram iyidir. Ama bu film gerçekten çok başka bir film. Beğenmeninde ötesinde bu filmi izlemek insanı gerçekten çok ciddi şekilde sarıyor.

- Bu yazı dizisinde hep basit şeylerden bahsederdim. Ama bugün nedense hep daha karmaşık şeyler yazasım geldi.

- Uğur Yücel'in yeni dizisi çok hoş, çok eğlenceli olmuş. Ama ben hala Alacakaranlık'ı arıyorum. Öyle bir dizi kolay kolay bir daha ülkemizde yayınlanamaz sanıyorum.

- Bu aralar eskisi gibi etrafımda gördüğüm ve sinir olduğum şeylere eskisi gibi tepki gösteresim gelmiyor. Ha bu iyimidir kötümüdür inanın bunu bende bilmiyorum. Hayatın süprizli olanı daha güzel oluyor zaten bakalım ne olacak göreceğiz.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Gidişim Suskun Olmuştu Ama Dönüşüm Nasıl Olacak Allah Bilir

Aslında bu kadar ara vermeyi sevmiyorum. Ama bu sefer elimde olmayan sebeplerden dolayı oldu. Bilgisayarım bir anda bozuldu. Her ne kadar evde birde Lap Top olsada böyle dizimin üstünde klavye yazmayı hem beceremiyorum hemde sevmiyorum. Uzun lafın kısasına gelecek olursak sonunda bilgisayarı sıfırdan yenilemek durumunda kaldım. Ehh sorunlar çözüldüğüne göre kaldığım yerden devam etme vaktide gelmişti.

Bu arada başlığın önemli kısmını esinlendiğim Ferda Anıl Yarkın şarkısındanda bahsetmemek olmaz diye düşünüyorum. Tamam biraz komik geliyor sözler ama aslında son derece sağlam bir romantik şarkıydı. Hoş dinlemeyeli neresinden bakarsam bakayım bir 8-10 sene kadar olmuştum.

Hazır böyle zaman dilimlerine girmişken ve konu ile alakasız pek çok mevzudanda bahsetmişken asıl yazı nedenine geçmenin yolunu yapmanın vakti geldi. Son 3-4 yıla kadar bana pek koymayan ama son zamanlarda biraz kafama takılan bir durum var. İnsanların gençlik kriterleri, daha doğrusu bizzat bendeniz gençlik kriterlerine göre ne durumdayım.

Eskinden hemen her şey daha yaşım genç ilerde şöyle yaparım böyle yaparım diye atıp tutardım. Fakat artık bunu demekte zorlanıyorum. Nedense bu tür işleri geleceğe erteleyecek zamanım yok gibi geliyor. Bunda hayatımın eskisi kadar benim paşa gönül kriterlerime göre şekillenememesindende kaynaklandığını varsaysamda yinede bu lafı demenin rahatlatıcı eskinin hissedemiyorum.

Hatta rahatlamayı geçtim, vay be şaka maka 24 olduk tadında cümleler kurduğumda sık sık kendime kızıyorum. Eh buna birda eskisi kadar rahat çocukluk yapamamayıda ekleyince durum iyice can sıkıcı oluyor. Tamam olayı biraz abartıyorumdur muhtemelen ama bu kadar zamandır hep kafa olarak genç kalmanın yollarını arayan biri için bu konu ciddi anlamda sorun yaratıcı bir şey.

İşin dahada beter yanı insanlar dert etme zamanla alışırsın diyor. Sorun o zaten, ben alışmak istemiyorum. Eğerki ben bu durumu alışırsam o yaşlanmayı kabul ediyorum demem oluyor. Zaten bu aralar kafamda pek fazla şey yok. Belki birazda bundan dolayı biraz aklıma düşüyor ama düzenli bir hayata yaklaştıkça kendimi hem iyi hemde kötü hissediyorum.

Hayatım boyunca bana çok uzak gözüken daha sonra bunları çok düşünürüm dediğim mevzuları düşünme dönemlerine geldim. Bense her zamanki gibi bundan kaçacak yollar arıyorum ama henüz bulabildiğimi söylemem. Sanırım bu sefer kaçmakla kurtulmak yerine istesemde istemesemde bu sorunlarla yüzleşeceğim.

8 Kasım 2008 Cumartesi

İron(ic) Man

Yorulduğumda görülecekleri göremiyorum
Kendimden geçtiğimde duyulmayanı duyuyorum
Yeri geldimi en büyük uzaklaşırken yaklaşıyorum
Öyle bir karışıyorum ki bildiğimi bilmiyorum

Zaman geçtikçe büyüdükçe çocuklaşıyorum
Sabahları gözümü her açtığımda uyuyorum
Her kalabalıklara karıştığımda yanlızlaşıyorum
Havalar soğunda içten içe ısınıyorum

Yeniliklere ayak uydurdukça nostaljikleşiyorum
Dayanamayıp avazım çıktığınca bağadırça duyulmazlaşıyorum
Her yola çıkışımda aslında evime dahada çok yaklaşıyorum
Her hayat tecrübesiyle dahada tecrübesizleşyiroum

Neden sorusunu sordukça niçin sorusuna cevaplar alıyorum
Ne zaman sağıma baksam solumdakileri görüyorum
Her başarıda dahada fazla başarısızlaşıyorum
Her cümlemin sonunda aslında daha cümleye başlıyorum

Sağlam görünüğümde daha bozuluyorum
Güneş ışığına çıktığımda sanki ıslanıyorum
Hayallere daldıkça gerçekçi oluyorum
Bir şeyden zevk alıkça ondan uzaklaşıyorum

Bir şeyler yazdığımı sandığımda aslında sadece saçmaladığımı anlıyorum ...

2 Kasım 2008 Pazar

Her Engel Sadece Bir Öncekine Giden Yolda Bir Engeldir

Kabul ediyorum başlık biraz uzun ve kışkırtıcı ama bazen duygularını anlatmanın en mantıklı yolu olanı biraz abartmaktır. Şimdi bu noktada bu yazıyı okumaya niyet etmiş insanlara nelerden bahsedeceğimi anlatan bir kaç şey söylerim. Ama bu seferki başlık işimi biraz kolaylaştıracak. Fakat yinede adet yerini bulsun diyerek ben ufak bir açıklama yapayım. Efendim hayatta hemen herkesin büyük yada küçük engellerle mücadelesi olmuştur. Öyle yada böyle bu engellerle mücadele edip bir şekilde üstesinden gelinmeye çalışılır. Ama asıl zor olan tam engeli aştığınızda ve artık rahatlayabilirim dediğiniz anda yeni bir engel ile yüzyüze kalmanız çok heves kırıcı bir durum.

Kendimi övmek yada iyi yanlarımı ortaya çıkarmak gibi bir isteğim yada ihtiyacım pek yok (umarım yoktur yada öyle bir durumum var gibi gözükmüyotdur dışarıdan) ama genelde hayatımda karşıma çıkan engellerle mücadele etmekten pek geri durmam. Ama insanın bu mücadele anlarında kendini yola devam etmesi için motive etmesi gerekir. Bu motivasyonunda kaynağında ise size çekici bir şeyler olur illaki. Ehhh madem bir engeli aşmak konusunda motive olmanız gerekiyor. Sizi en çok motive edicek şeyi bulmak zor olmasa gerek. Bu engeli aştığınızda yaşayacağınız rahatlık yada mutluluktan daha büyük ve daha itici güç verecek bir motivasyon kaynağı olabilir mi acaba.

Fakat gelin görünki insan her engeli aşıp gerçekten kendine vaad ettiği o ana eriştiğinde şimdi mücadele etmesi gereken yeni (ve çoğunlukla geçtiğinizden daha zor) bir engel olduğunu anladığındaki ruh hali gerçekten içinden çıkılması ve tekrar kendini toparlayabilmesi çok zor. Çünkü bu duruma gelen insan kendini asla içinden çıkamayacağım bir döngünün içinde gibi hisseder. İnsan için en zor durumdur bu. İçinden kurtulması ihtimali olmayan bir zindanda tünel kazmaya çalışan bir mahkumunun tünele devam etmesini nasıl sağlayabilirsiniz ki.

Benim bu konuyu yazmama neden olan aşılmış engele gelecek olursak. Kendi bildiğim andan bile geleceğimle ilgi kafamda kendimle ilgili olan bir şey vardı. Oda kendi maddi imkanlarımla kendi isteklerimi gerçekleştirebilmekti. Açıkçası o zamanlar bana çok uzak ve gerçekleşmeyecekmiş gibi gelen bir hayaldi. Fakat onca yıl sonunda fark ettimki buda gerçekleşebilecek bir şeymiş.

Evet sonunda kendi finansal gücüme kavuştum ama fark ettimki bu engelden sonra bile hala önümde aynı yol üzerinde başka engeller varmış. İnsanın özelliklede belli bir yaşa gelip hala ailesi ile beraber yaşayan insanların aileleri tarafından çocuk gibi görülmesi engelinin olduğunu tamamen unutmuşum. Buna birde sizin uğruna para harcamaktan çekinmeyeceğiniz şeylerin aileniz için gereksiz harcamalar olduğunuda ekleyin. Alın size yepisyeni koç gibi bir engel daha.

Şu noktada eee ne var bunda yani, bu kadar üzerine mavra çevirelecek bir şeymiki be kardeşim diyenler olacaktır. Ama yazının başında başlık ile ilgili söylediğim şeyi hatırlamanızı tavsiye ederim. Bazen duygularınız abartarak anlatmak gerekir. Hele birde bu basit gözüken sorun hayatınız boyunca defalarca karşınıza çıkıyorsa bir noktadan sonra mücadele ederken hissetiğiniz yegane his yılgınlık oluyor.

İşte ben o yılgınlık hissi ile yüzleşmeye başlıyor gibi hissetmeye başladığımdan dolayı bu durumu kendimle tartışmaya karar verdim. Sonuçta bir yere varabildim mi derseniz. Açıkçası bu durumun zamanla karşılıklı olarak yeni dengelerin oturması ile çözüleceğini umuyorum. Aksi halde bu sorunu aşmak için kendimi motive etmek pek kolay olmayacak.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Sweet November

Aslında hakkında bir yazı yazılabilecek bir film olsada bu yazının konusu film değil. Çok tuhaf diye düşündü. Neden böyle bir giriş yaptım ki. Asıl sorun neden böyle bir yazıya başlamamdı gerçi ama bu başlangıç neden. Neden, neden, neden bu kadar çok soru sormanın kimseye bir faydası olmaz. Sanırım ara vermeye ihtiyacım var.

Bu düşüncelerle kalktı klavyenin başından. Buda son zamanlarda sık sık olduğu gibi yazmaya başladığı ama sonra neden soruluarına boğulup yarım bıraktığı yazılardan biri olacak gibi görünüyor. Yazıyı yarım bırakmış olmaktan ziyade yine aynı nedenden dolayı yarım bırakmak kafasına takılıyordu.

Galiba artık yapması gereken belliydi. İnkar etmek yada ortada olan kabul etmemekle bunun geçeceği yok. Bu tıkanmanın bu "nedenlerin" kaynağına inmeliydi. Ne yapıp ne edip bunun çözümünü bulmalı ve eski haline dönmeliydi.

Ne zaman bu sorun başlamıştı. Evet ya ilk geçen hafta başladı. Vapurda bir kız görmüştü. Kızın duruşu, bakışları, saçının rüzgarda dağılması, güneşin yüzüne vurması ve daha saymakla bitiremeyeceği bir sürü ayrıntı aklına gelmeye başladı.

İşte o anda durumu anladı. Yazının başlığına son derece romantık bir filmin adını vermesi yada yazmak konusunda bu kadar sıkıntı çekerken bir anda kızdan bahsederken sular seller gibi yazmaya başlaması durumu açıklıyordu. Kız onu feci şekilde etkilemişti.

Bu durum onu şaşırtmıştı. Daha öncede hayatında güzel ve çekici kızlar görmüştü. Hatta onu etkileyenlerde olmuştu. Ama bu seferki çok farklıydı. Hayatında belki bir daha göremeyeceği bir kızı sadece 10 dakika görüp nasıl bu hale gelmişti.

Sürekli neden diye sorup cevapları alamıyordu çünkü yazdıklarındakilere değil bu kızı gördüğünde hissetiklerine neden diye soruyordu. Doğru soruları yanlış yerlere soruyor ve sonunda cevaplar bulmak yerine dahada fazla sorular içine gömülüyordu. Mantıksız bir durumu mantıkla açıklamaya çalışıyordu.

Galiba sorunun çaresini bulmuştu. O anı yada o an hissetiklerini anlatmak içini dökmek yararlı olacak gibi görünüyordu. Aşka yada ciddi anlamda bağlanmaya pek inanmayan biri için duygularını ilgili tarafa açıklamaktansa öylesine ortaya söylemekte rahatlatıcı bir şey olabilirdi. Hem arada bir kafada birikenleri boşaltmanın bir zararı olmazdı. Bir bahar temizliği vakti gelmişti anlaşılan.

Odada dolanır duruken birden gözü bilgisayarın ekranına takıldı. Bir başlık ve iki giriş cümlesi olan yazıyı gördü. Elini çenesine atıp seslice hmmmm diyerek düşündü. Tedavi için oldukça uygun dedi gülerek. Az önce sinirle ve bunalmış bir halde kaltığı koltukğa bu sefer huzurlu ve kendinden emin bir şekilde oturmuştu.

Ve işte başlıyoruz ...