18 Şubat 2009 Çarşamba

Hem İçindeyim Hem Dışındayım Şu Hayatın

Zaman olur insan ne yapacağını bilmez bilemez. O durumlarda her şeye seyirci olarak kala kalır. Fakat bazende insan bilerek isteyerek olaylara daha doğrusu kendi yaşadıklarına seyirci olmak dışıarıdan seyretmek ister. Belkide bu sayede kendi hatalarını daha düzgün bir şekilde idrak edeceğinden belkide her şeyi sinema tadında bir daha yaşamak istediğinde. Burda nedenin ne olduğu kadar hareketin kendiside önem arz ediyor. O nedenle hareket üzerinden gitmekte fayda var.

İnsan her uyumak için uzandığında sadece rüya görmez. Bazen unutamadığı olayları kafasında yeniden yaşar. Ama olayların kahramanı değilde seyircisi olarak yapar bunu. İşte bu noktada kontrol sendedir. Bir nevi tanrıyı oynarsın. Aynı anı tekrar tekrar ileri geri sarıp olayların farklı yönlense nereye varacaklarını hayal edebilirsin.

Nicholas Cage'in oynadığı Next diye bir film vardı. Cage iki dakika sonra olacakları görebilen bir adamı oynuyordu. Bu adam hayatında bir kez gördüğü bir kıza aşık olmuş ve onu tekrar görmek için her gün aynı kafeye gidip onu bekliyordu. Bir gün kız çıka geldiğinde onunla tanışmanın en doğru yolu için sırayla pek çok alternatif gelecek senaryosunu deniyordu.

İşte insan evladı bunu gerçek hayatta yapamasada kafasında yapabiliyor. Bunun insanın yaşadıkları içinde yaptıklarını yeniden değerlendirebilmesi kadar tanrıyı oynayabildiği anlar olması bakımındanda herkesin hoşına gittiğini düşünürüm. Hayallerdede olsa gerçekten yolan çıkılarak bir durumda sınırsız irade ve kontrol gücüne sahip olmak her açıdan insanı çok tatmin eden bir olgu.

Bu noktada seyirci lafı biraz durumu anlatmak için yanlış bir seçim gibi geliyor farkındayım ama olayın sadece kontrol yönü olmaması nedeniyle bence hala doğru kelime seyirci. Bazen insan sadece bir olayı tekrar tekrar yaşamak ister. Ne kadar mutlu olduğunu hatırlamak için yada hüznünü yenebilmek için o yıkım anını tekrar yaşayarak güçlenmek için veyahut yaptığı hatayı bir daha yapmamak için kafasına bu durumu iyice nakşetmek için. Gerçek olayların akışına müdahele etmez. Sadece olayın kahramanlarından biriyken fark edemediklerini fark etmeye odaklanır. Yada en azından bunu yapmaya çalıştığına inandırır kendini.

Fakat neden ne olursa olsun insanın neden sinema sanatın yarattığını bu anların tekrar gözümüzün önüne geldiği anlarda daha iyi kavrayabiliriz. Kendi yaşadığımız duyguları tekrar yaşamak için onlaarı hatırlamamız yeterli olur ama yaşamadığımız duygular ne olacak. Onlarıda birebir yaşamasakta en azından bunlara seyirci olmamız gerekir. Bu noktada insan evladı sinemayı, tiyatroyu hatta edebiyatı ve müziği yaratma ihtiyacı duymuştur. Kendi duygularını o duyguları yaşamamış insanların bunlara seyirci olmasını sağlayan sanatçıların durumu ise daha değişik daha doğrusu anlatması beni aşacak bir konu gibime geliyor.

Her neyse yeterince dağıttıklarımızı bir nebze olsun toplamaya gayret edecek olursak bazen aynı senaryoyu bazense geliştirilmiş versiyonunu görmek ister insan kendi hayatının. Bazı duyguları yeniden yaşamaya ihtiyaç duyar çünkü. Zaman zaman bu ihtiyaçları sadece kendi duyguları ile dizginleyemediğinden yeni duygular içinde başkalarının anılarına yada o başkalarının anıları kadar gerçek eserlerine seyirci olur.

Yani anlayacağınız olaylara seyirci kalmak aslında o kadar boş bir şey değil yeterki o anda neler olduğunun farkında olun.

17 Şubat 2009 Salı

Kendi Halinde Bir Delinin Son Derece Olağan Günü

Başlangıç Öncesi Not: Eski taslaklar arasında bu başlığı gördüm. Sadece iki cümle yazıp bırakmışım. Halbuki çok güzel bir başlıklmış harcamamak lazım diye düşündüm.

Her insan güne başlamada ritüelleri vardır. Ama onunkiler biraz farklıydı. Gerçi onu tandığınızda bu durumun onun kendi doğası içinde o kadarda farklı ve alışlılmamış olduğunu anlardınız. Zaten onu tanıyorsanız hayattaki pek çok şey size ilginç gelmeyecektir.

O böyle bir adamdı. Bariz bir şekilde deliydi. Ama şu eline silahı alıp önüne geleni vurup bunu bilgisayar oyunlarından bir sahne gibi gören tehlikelilerden değildi. Onun zararı en fazla kendine olurdu. Kendi halinde bir tatlı deliydi. Sadece onun kendi hallerinin izlemesi ilginçti.

Bize göre ilginç ona göre sıradan bir gün daha başlamak üzereydi. Bu tür bir insanın yattığı yatağında darma dağın olmasını beklersiniz ama o sizi bu konuda da fazlasıyla şaşırtabiliyordu. Beklediğinizin aksine kendisi son derece sakin uyurdu. Çoğunlukla gece nasıl yattıysa aynı şekilde uyanırdı.

Uyanır uyanır ilk işi kışta olsa yazda olsa kafasını buz gibi suyun altına sokmak olurdu. O uyku mahmuru hal ile yaşadığı şok sayesinde kendini yeniden doğmuş gibi hissederdi. Güne başlamaya hazırdı. Zaten elbiseleri ile uyuduğundan dışarı çıkmaya fazlasıyla hazırdı.

Buz gibi havada ince bir kazak ve üstüne bahar akşamlarındaki serinliğe bile karşı koyamayacak bir hırka vardı. Buna rağmen pek üşüyor gibi görünmüyordu. Zaten soğuk havayıda severdi. Özelliklede bu havada eldiven ve bere takabilmesi çok hoşuna giderdi. Hoş bereyi yazında takardı ama o sıcaklarda kolay olmuyordu. Bu havada ise hem bere hemde eldiven yerine cuk oturuyordu.

Her ne kadar bilinçsizce yürüyor gibi görünsede ayakları nereye gideceğini tam olarak biliyordu. Birazdann kahvaltısı olacak olan simidi alacak ardından o simidin yarısını kuşlara atacağı sahil kenarındaki banka oturacaktı.

Martılar onu görmeyi pek bir severdi. Nede olsa onun sayesinde yemek için buz gibi suya dalmak zorunda kalmayacaklardı. Hem o da elinden geldiğince hakkaniyetli yemeleri için çok usuturplu fırlatırdı simit kırıntılarını. Tüm martılar sebeplensin diye kendi yiyeceği yarıyı bile onlara attığı olurdu.

Bu ritüelde bitince artık en sevdiği şeyler başbaşa kalabilirdi, yani boğazla. Soğuk havanın bir diğer güzel yanıda buydu. Bu havada kimse oraya gelmezdi. Böylece en büyük aşkı ile saatlerce başbaşa kalabilirdi. Boğaz ona tüm sırlarını tüm hikayelerini anlatır oda onu sabırla dinler bazende onlar konuşurdu. Zaten adıda bu konuşmalarından dolayı deliye çıkmıştı. Onunsa umurumda değildi. Hatta daha bile iyi oluyordu. Böylece onu sevdiceği ile konuşurken rahatsız etmeye cesaret edemiyorlardı.

Bu muhabbetle saatlerin nasıl getçiğini anlamamıştı. Hoş anlasada fark etmezdi ne dakik bir insandı nede saatle bir işi vardı. Bir şeyi ne zaman yapmak isterse o zaman yapardı. Deliliğin özgürlüğünü sonuna kadar yaşardı bu sayede. Bu sırada yolun banka yakın kısmından bir müzik duymuştu. Orada bir araba durmuş camındanda bangır bangır bir müzik duyuluyordu. Bunu fark ettiği ilk anda rahatsız edildiği için biraz kızmıştı ama sonra şarkılar hoşuna gittiğinden oda olduğu yerde şarkılara hareketleri ile eşlik etti.

Kalkmaya karar verdiğinde ise arabanın yanından hoplaya zıplaya dans ederek geçmişti. Arabadakilerin şaşkın bakışlarına gülerek karşılık vermiş kendi yoluna gidiyordu. Saat öğleni geçmiş akşam saatlerine göz kırpıyordu. Bu saatlerle ilgili hiç bir planı olmazdı. O nedenle durakların olduğu yere gidip canının istediği ilk otobüse binerdi. Kader onu nereye götürürse oda o yolun yolcusu olmaya gönllüydü.

Bu seferki çok uzak bir yerin otobüsü değildi ama kalabalık otobüse binmeye çalışan neşeli gençleri görünce kısa ama eğlenceli bir yolculuk yapmayı mantıklı bulmuştu. Otobüse ancak orta kapıdan binebilmişti. Gerçi ne bileti nede akbili olan biri için bu oldukça iyi bir şeydi aslında.

Tamda gelinlerini çekiştiren iki yaşlı teyzenin önünde ayakta duruyordu. Teyzeler onun farketmeden konuşuyorlardı. Fakat bir süre sonra burunlarının dibinde onlara sırıtarak bakan birinin olduğunu görünce durumdan rahatsız oldular. Oda teyzelerin keyfini kaçırmamak niyetindeydi. Hemen daha arkalara doğru ilerledi.

Bu sefer otobüse binmesine neden olan gençlerin hemen önündeydi. Az önceki deneyimden akıllandığı için dinlediğini çaktırmayacaktı sözde. Ama dinlemeye başlayalı 10 dakika oldu olmadı genlerden birinin yaptığı espriye katıla katıla gülüp ne güzel espriydi hay çok yaşayasın dediğinde insanların tepkisini görünce inmesi gerektiğine karar vermişti.

Kaderin bir oyunu olsa gerek bu otobüs onu evine oldukça yakın bir yere indirmişti. Oda bir güne yetecek kadar macera yaşadığını düşünüyordu. Evine doğru yola çıktı. Asla kilitli olmayan kapısını kolayca açtı. Şöyle biraz televizyonlara baktı ve sonra yatağa üstünü bile örtmeden uzandı. Sabah olduğunda da aynen bu halde uyanacağından emin olarak huzur içinde uyudu.

Creature Of Habit

Call Of Duty 5'te İlk Sovyet ordusu görevinde geçer bu özdeyiş. Alışkanlıklarına bağlı bir Alman Generalini tanımlamak için kullanıyorlardı. Peki ben neden burda kullanıyorum bu özdeyişi. Elbette bununda bir hikayesi varki tahmin edeceğiniz üzere bu yazının ana konusuda bu olacak.

Alakasız görünen ama aslında bu yazının kafamda oluşmasını sağlayan başka bir şeyden bahsetmem lazım şu noktada. Ben basketbol özellikle NBA'i takip eden biriydim. NBA için bir şov dersek her sene sezon ortasında yapılan All Star Haftasonu etkinlikleri bu şovun zirvesidir. Bende 2002 yılından beri bu şovu enine bonuna izlerdim. Yedi senedir bu organizasyonu sabahlayarak izler kendi açımdan tarihe şahitlik ederdim.


Ama hep diyorum ya iş hayatı beni değiştiriyor diye. İşte bir değişiklikte bu oldu. Yedi sene sonra ilk defa bütün hafta sonu hiç bir organizasyonu izleyemedim. İşte bu noktada alışkanlıklarıma olan bağlılığımı irdeleme ihtiyacı hissettim.


Fark ettimki ben alışkanlıklarına düşkün biriyim. Belkide sırf bu nedenle teknolojik yeniliklere o kadar kolay ayak uyduramıyorum. Mesela kameralı cep telefonları ilk çıktığında daha ben normal cep telefonu alıp almamayı düşünüyordum. Yada insanlar Ipod almak için sıraya girerken ben daha mp 3 player almamıştım.


Örnek çok daha arttırılabilir ama burda önemli olan o değil. Demem o ki insan bazen daha az teknolojik olan şeylerle mutluysa o durumlarında yaşamaya devam edebiliyor. Gerçi pazarlamanın bilimsel kısmında bu durumu açıklayan bir tablo vardı. Bazıları en son model alet edevada sahip olmaktan zevk alırken bazıları ise bu tür yeniliklere en son ayak uydururmuş.

İşte bu en son ayak uyduranlar (ki içinde benim olduğumda açık herhalde) hayat tarzlarını değiştirmekten hoşlanmayan alışkanlıklarına bağlı insanlar. Belki bazıları için bu kötü yada eksik bir özellik gibi gözüksede bence insanın mutlu olduğu şekilde yaşaması en doğrusu. Gerçi bu tür bir yaşam bazılarınca yeniliklere kapalı yada yeni şeyleri denemekten korkan bir tarz gibi gözüksede ben yinede alışkanlıklarıma değer veriyorum.

Bu işi biraz biraz inatlada bağdaştırmak mümkün ama bence buda haksızlık sonuçta inat insanın kendisine acı çektirmesinede neden olur ama alışkanlıklar çok daha farklı bir şey. Tabi burda alışkanlıklar için içki, kumar, sigara yada uyuşturucu gibi bağımlılık yapabilecek şeylerin alışkanlıklarından bahsetmediğim gayet açıktır herhalde.

Konuyu kapatırken bir alışkanlığım daha varki ondan bahsetmem lazım. Bu alışkanlığım; (ki umarım hayatım boyunca vazgeçmeyeceğim bir alışkanlığımdır umarım) elbetteki blog yazmak. Bir yılı aşkın süredir her şeye rağmen inatla ve istikrarla hala bu işe devam edebilmem alışkanlıkara olan bağlılığımı daha da arttırıyor.

Yazarın Notu: Büyük usta Gazanfer Özcan vefat etti. Haberinide bu yazıyı yazarken duydum. Bu nedenle bu yazının sonunda kendisine allah rahmet eylesin demeyi görev olarak görüyorum. Allah Rahmet Eylesin, üzdün bizi Gazanfer baba

9 Şubat 2009 Pazartesi

İyi Yolculuklar

Bayadır üstümde bir tembellik var. Buraya bile bir şeyler karalamaya üşeniyorum ki son 4-5 aydır bloga bir şeyler karalamak benim için çok önemli bir deşarj olma yoluydu. En son yazdığım yazıda bu ruh halinin beni nasıl etkilediğinden uzun uzun bahsetmiştim, o nedenle şimdi bu ruh halinin etkisi ile neden yazmadığımdan bahsetmeyeceğim.

Ayrıca şu aralar yazmama motive edecek bir konu bulamayınca sonunda kendimi yazmaktan zevk alabileceğime inandığım bir konudan bahsetmeye karar verdim. Konu olarak biraz karamsar görünsede uzun yıllardır kafamda olan bir şeydi. Aslında düşününce ben konuya zaman zaman hikayelerde yer versemde direkman neden bahsetmemişim şaşırdım. Neyse lafı uzatmayalım.

Şehirlerarası yada ülkeler arası yolculukların yapılacağı garlar, otobüs terminalleri yada hiç gerçek anlamında görme şansım olmasada havaalanlarının bence ortak bir yönü var. Hepsi bende çok ciddi ayrılık ve hüzün hissi verir. Her ne kadar insanları birbirinede bağlayan rolleri olsada bu yerlerin ben oralara girdiğimde üstümde derin bir keder duygusu olur.

İnsanların bir şekilde şu anda bulundukları yerden daha uzak bi yere gitmesi hangi nedenle olursa olsun bir şeylere veda etmesi demek. Gelip geçen insanları ellerinde bavullarla görünce tanımasamda o insanları hayatımda bir daha göremeyeceğimi bilerek kendimi daha kötü hissediyorum.

Fakat tüm bu hüzne ve kedere rağmen o yerlerin tadı, ambiansı bambaşka ve eşsiz gelir. Tüm o negatif sayılacak hislere rağmen bazen sadece insanları izleyebilmek için bir garda banka oturmak isterim. Bir sürü insanın oradan buraya gitmelerine neden olan hikayesinin bir parçası yada tanığı olmak isterim. Bu hikayelerden daha gerçek, daha somut, daha elle tutulur bir şey aklıma gelmiyor. O insanlarla tek kelime bile etmemiş olsamda sanki hayatlarında bir an için bile olsa yer ettiğimi hissederim.

Bazen en hüzünlü vedanın hikayesinin bir parçası yada bir tanığı olmak bile en yapmacık güzel hikayelerden daha çekicidir zaten. Tüm o tantananın içinde sadece gelen geçenlerin konuşmalarını dinlemek. En basit konulardan bahsetmesine bile insanın hayal gücü eklentisi ile ne hikayeler çıkabiliyor denemeden bilemezsiniz.

Ama birde o hikayelerdeki kahramanlar gerçekten insanların yüzünden hüzün aktığında dışardan öyle görünmesede o insanları gördükçe içten içe acaba neden niçin hüzünlü bu insanlar diyerek efkarlanır insan. Hatta yeterince duygusal bir haleti ruhiyedeyseniz gözleriniz bile dolabilir. Zaman zaman bu durumda kalmamak için Haydarpaşa garından iskeleye kadar koşmam gerektiği anlar olmuştu.

Birde insanın bizzat kendisinin yolcu olduğu anlar vardır. Eve dönüyor olsanızda etraftakilere bakmak yada eve geldiğinde acaba şu anda orada durum nedir insanlar ne yapıyordur diye düşünür durur düşündükçede hiç içinde olmadığınız hikayelerin tanığı olursunuz.

İnsan gezdikçe sadece yeni yerler görmekle kalmaz yeni hikayelerde görür insan. Sanırım yolculuk yapmanın asıl önemli yanıda bu olsa gerek. Bazen çantanı alıp güneşin batışına doğru ilerlemek yerine bir bankta oturup insanları seyrederek bile çok uzun seyahatler yapabiliyor insan. İşte şu aralar en çok yapmak istediğim seyahat şu anda budur.