6 Ekim 2011 Perşembe

Kaybetmeyi Umursamayanlar

İnsan hayatta çok fazla şeyi kafaya takmamalı. Daha doğrusu kafaya her şeyi takıp ufak tefekte olsa güzel şeyleri gözden kaçırmak insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Günümüzde kişisel duvarlar hiç olmadığı kadar yükselmiş ve çevremizi sarmışken dışarıyı görebildiğimiz en ufak deliği bile kullanmamak hiç mantıklı bir tercih olabilir mi? İnsan hiç gönüllü olarak kör olmak ister mi?

Sanırım bu durum bir istekten ziyade rutine kendini fazla kaptırıp gitmekle alakalı bir durum. Uyan, hazırlan, dışarı çık, işe yada okula git, dersini çalış yada işini yap, eve dön, bir şeyler ye, biraz tv izle, biraz bilgisayarda oyalan ve yat.

Bütün bir haftayı, ayı, yılı ve hatta yılları böyle geçirmenin kime nasıl bir iyiliği olabilir ki. İşte insan bu döngünün içine bir kez girdi mi bu durumu fark edemiyor. Bazen işten dönerken yolda gördüğün bir manzaraya ne kadar güzel olursa olsun uykuya yenip düşerek sırt çevirmenin ne kadar büyük bir hata olduğunu o anda fark edememek insan üzerinde tek bir duygunun yoğunlaşmasına izin veriyor. O da pişmanlık.

İnsan pişmanlıklarla yaşadıkça rutine daha fazla sarılır ve asıl pişmanlığında bu rutinden geldiğini idrak edemez. Bir bela daha büyüğünü besler durur. Bu durumu fark ettiğimiz ya çok geç olur yada ortada artık tadını çıkaracak bir manzara kalmaz.

Bunları yazarak bir şey mi kanıtlamaya çalışıyorum derseniz, buna cevabım elbette hayır olur. Bende zaman zaman o rutinin boyunduruğuna giren biriyim. Ama benim umursamaz olmam sanırım en büyük şansım. Hayatta özellikle de hayatın rutininde insan kaybetmeyi göze alamadığı için kayboluyor bazen. Fakat yeri geldi mi mutluluk için kaybetmeyi bile göze alabilecek kadar umursamaz olmak bazen insanın çemberin dışına çıkmasına fırsat verebiliyor.

Yeri geldimi güzel bir manzara için sıkıcı bir görüşmeye 10 dakika geç kalabilmek bazıları için hata gibi görünebilir ama insan gördüğü şeylerden mutlu olacakken bunu işi için bir kenara bırakması fedakarlık olabilir mi yada bunun tersine insan mutluluğunun peşinden gitmek bencillik olabilir mi?

İşte rutini umursamamak insanı bu soruyla yüzyüze getirecek şeyler yapabilecek hale getiriyor. Peki bu sorunun cevabı ne? Fedakarlık göründüğü kadar iyi bir şey yada bencillik gerçekten o kadar kötü bir şey mi?

Sanırım bu soruyu cevaplayabilmek için yeterli hayat tecrübem yok ya da bunları gerçekten cevaplayabilecek kadar derinlikli biri değilim. Belkide bazen sadece soru sormak hoşuma gidiyor ama cevapları aramak soruların kendisi kadar eğlenceli olmayabiliyor.

Evet cevaplar bir yerde vardır ama onu arama süreci bile bazen başlı başına anlatılası ayrı bir hikaye olmaz mı acaba. Onuda aramaya başladıktan sonra yaşadıklarıma göre düşünürüm herhalde.

12 Temmuz 2011 Salı

Watchmen'de Rorschach'in anlattığı bir hikaye vardı. 
 
"Sürekli mutsuz olan bir palyaço bir gün bu durumu için doktora gider. Doktor ona şehirdeki ünlü palyaçonun şovunu izlemesini tavsiye eder. Palyaço bunu duyunca iyice hıçkırıklara boğularak ağlamaya başlar ve zorlukla doktora ama o palyaço benim der."
 
Bu konu nereden çıktı kısmına gelirsek; son zamanlarda  gördüğüm en absürd dizilerden biri Leyla ile Mecnun'un sezon finalinden bahsetmek gerek. Diziyi izleyenlerin bileceği gibi İsmail abi gibi ülkemiz televizyon tarihine geçebilecek bir karakter içeren bir yapım söz konusu.
 
İsmail abi hep parlak (parlak derken hakikaten parlak ve simli inanılmaz renkler söz konusu) renkli elbiseler giyen, sık sık boğazdan geçen gemilere el sallayıp bir kuru yük gemisi bekleyen ve hemen herkesin yardımına koşmaktan çekinmeyen biridir.
 
Bu açıdan baktığınızda son derece komik ve absürd bir karkterle karşı karşıyayız gerçekten de. Ama bazen tüm o esprilerin altında hiçte komik olmayan gerçekler vardır. Bazen kişi yaşadığı acıları mütemadiyen gülerek ve işi adeta delilğe vurarak  unutabiliyor. 
 
 
İşte bu İsmail abi'nin geçmişinde de bu yaptığı hareketlerin son derece acı sebepleri vardı. Annesinin onu ve babasını renksiz bir hayatları olduğu için terketmesinin sonucu olarak inanılmaz derecede renkli giyinmeye başlamıştır.
 
Babası ölüm döşeğinde onu evlatlık verirken bir gün gemi ile gelip onu alacağını ama o zamana kadar arkadaşlarının ve anılarının onun en önemli şeyleri olduğunu söylemesi ise onu yardımsever ve sürekli boğazda gemilere el sallayan biri yapmıştı.
 
 
İşte hayatta bazen böyle oluyor. İlk bakışta gülmekten kendini alamadığınız şeylerin üstünü kazıdığınızda gördükleriniz o kadar insanı güldürecek şeyler olmayabilir.
 
Gerçektende acıların üstünü bu şekilde örtmeye çalışmak hayatı daha bir yaşanılır kılıyor bana kalırsa. 
 
İnsan acıları ile yaşamayı bu şekilde öğreniyor zaman zaman. Evet belki çocukça ama hepimiz sık sık çocuk olmak istemiyor muyuz zaten.
 
Belkide bu isteğimizin sebebi bu çocuksu acıların üstesinden gelme yöntemidir.
 
O gemi gelecek İsmail abi ...

Bazen Sadece Bir Şeyler Demek Bile İyi Gelebilir

- Çok soğuksun dedi.

+ Olur bazen öyle çok takılma dedim.

- Olacak iş mi o dedi.

+ Neden olmasın ki bazen insanın ruhu böyle yansır dışına dedim.

- Nasıl yani dedi

+ Bazen insanın içi çekilir, böyle bir şey hissetmez ya; işte o vakitlerde soğuyuverir insan dedim.

- Atıyorsun dedi.

+ Ne atması; hiç bazen hayat sana boş gelmez mi, hiç dünya yansa umursamadığın zamanlar olmaz mı dedim.

- Bilmem hiç kendimi yorgun hissetmedim o kadar dedi.

+ Yorgunluk mu? Ne yorgunluğu bahsettiğim şeyin ne alakası var yorgunlukla dedim.

- Eee insan sadece yorulduğunda hissiyatsızlaşmaz mı ki dedi.

+ Bazen senle sohbet etmek ağızda çok kötü bir tat bırakıyor biliyor musun dedim.

- Sende bazen çok kabalaşıyorsun dedi.

+ Çevrene karşı duyarsızlaştığında ister istemez kabalaşabiliyorsun bazen dedim.

- Neden öyle oluyorsun peki, bu hayatta sana zevk veren hiç bir şey yok mu sanki dedi.

+ Senle bu sohbetlerimiz var mesela dedim.

- Şaka mı bu dedi.

+ Biraz şaka biraz gerçek dedim.

- Ne yapmaya çalışıyorsun anlayamıyorum. İyi bir şey mi dedin yoksa kötü mü anlayamıyorum dedi.

+ Benim demek istediğimde işte bu zaten. Bazı şeyleri uzun süre nedensiz ve amaçsız yapmaya başlarsan yaptıkların sende bir bıkkınlık yaratıyor. Gittikçe olan biteni umursamaz oluyorsun dedim.

- Bu konuşma yapmak istediğin bir şey mi yani dedi.

+ Bilmem açıkçası konuşmaya başlarken amacım eğlenmek değildi ama ne yalan söyleyim anlatmak; böyle birilerine açılmakta iyi geldi hakikaten dedim.

- İyi en azından mutlu olmuşsun bari dedi.

+ Bilmem olmuşumdur herhalde dedim.

- Bak hala ne diyor dedi.

+ Bu sefer cidden şakaydı dedim.

Güldü, güldüm, gülüştük ...

Güneşin boğazın üstünden yavaş yavaş Avrupa yakasına inmeye başladığı o sihirli anlardan biri daha böylece uçup gitmişti.

12 Mart 2011 Cumartesi

Bir Arkadaşa Dörtlük

Ahhh şu denizin kokusu ne de güzel
Zor zamanlarda sanki uzatıyor bir el
Rahat rahat seyret diyor, haydi koş gel
Ah denizi hatırlarım ne zaman esse karayel