26 Nisan 2009 Pazar

Blog, Sahibi Bloggerın Aynası(mı)dır

Aynı konu hakkında ben yazmaya karar verene kadar iki kez mimlenmişim. Hem Voodo Girl hemde Turuncu Lacivert aynı konuya meze olunca bu konu hakkında yazmayı daha fazla geciktiremedim. Efendim konu takip ettiğimiz blog sahiplerinin (Blogger olarak adlandırmak daha kısa geldiğinden yazının kalan kısmında ve başlıkta bu şekilde kullandım ve kullanacağım) nasıl oldukları hakkında bazı tahminlerde bulunacağız


sLn: Mimi gönderenlerden başlamak gerekir diye düşündüm. Öncelikle kendisi gelecekteki potansiyel mesleği öğretmenlikle ilgili bazı kaygılar yaşasada bence ilerde bu mesleği icra edecemse klişe öğretmenlerden olmayacak gibi gözüküyor. Ayrıca kendisinin ciddi bir Tim Burton, Johnny Depp ve Zardanadam fanatikliği var gibime geliyor. Bunlar haricinde yazılarında bol bol bahsettiği Lost ve Heroes dizileride favorileri arasında sanırım. Birde bu aralar baya bir karikatür (özellikle Yiğit Özgür) bombardımanına başlamasıda kendisinin iyi bir Penguen ve Uykusuz okuyucu olması ihtimalini doğuruyor. Neredeyse unutuyordum kendisinin şiir ve Taksim ile olan ilgi ve alakasınıda takdir etmemek olmaz diye düşünüyorum.

melankolikdeli: Her şeyden önce blogn görüntüsüne bakınca bende çok düzenli birinin karşımda olduğu hissini yaratıyor. Ayrıca sık ve gündemdeki konular hakkında yazabilmesi etrafında olan biteni takip eden biri olduğuna işaret. Buna ek olarak bu konu hakkındaki yazısında bloggerları çizgi film karakterleri ile eşleyebilecek kadarda yaratıcı biri. Unutmadan Ünlü grubu hakkındaki yazısı ile bu grubu hatırlayanlar arasında bir tek benim olmadığımı görmemi sağlamış olmasından dolayıda ayrıca teşşekür ederim.

A.NUR: Her ne kadar kendisi blogunda yazmaya bir süre ara versede (umarım bu ara kısa olur diye belirtmedende geçmeyeyim) kendisini burda anmamak olmazdı. Öncelikle kendisi ben daha bir çok blogu pek böyle takip etmeyip arada bir aklıma gelenleri karalarken benim blogu bulup yorum yazabilecek kadar araştırmacı bir kişilik. Bu detayın dışında yazılarından anladığım kadarı ile son derece duygusal biri ve etrafındakiler onu kırdığında bunun kesinlikle üzerinde bir izi oluyor. Yazdığı kişisel temalı yazılara bakınca oda genelde kafasına takılan konular ve durumlar hakkında kendi ile tartışarak bir sonuca ulaşmaya çalışıyor. Birde son yazılarına kadar yine şiirlere yer versede son dönemde şiirlere ve dörtlüklere daha fazla önem vermeside en başlarda dediğim duygusal kişiliğin bir başka göstergesi sanırım.

Canan: Kendisinin genel olarak yaşadığı olaylardan yola çıkarak yazılar yazması iyi bir gözlemci olduğunun habercisi. Tabi birde bu olayların çoğunda şanssızlığında yakasını bırakmıyor oluşuda gözlerden kaçmıyor. Ama kendisi yinede bu durumları oldukça eğlenceli bir üslupla anlattığından insan bunu yazanın espri kabiliyeti olduğunu anlamakta zorlanmıyor. Birde kendisinin bir yazısından anladığım kadarı ile oda bir Chuck hayranı. Umarım dizi bitmez notunuda araya sıkıştırsam iyi olacak bu arada.

Findullas: Yeni yeni takip etmeye başladığım bir blog olduğundan çok fazla değerlendirme yapabilecek alt yapıya sahip değilim henüz, yinede karşımızda sanatın farklı dalları ile ilgili biri olduğunu (sinema, müzik, edebiyat ve fotografçılık ilk dikkatimi çekenler oldu) söylemek mümkün. Bunun haricinde hem yazı tarzında hemde forumdaki 18+ ibaresindeki gibi espriler bloggerın hiçte sıkıcı biri olmadığını gösteriyor.

T.U.B.A.: Aslında bu bloggerın daha kişisel ve daha kendi olduğu bir bloguda mevcut ama ben bu blogdaki konsepti çok sevdiğimden bu adresi vermeyi uygun gördüm. Öncelikle karşımızda blog şablonları için ayrı bir blog hazırlayacak kadar işin mutfak kısmını bilen biri var. Ayrıca eski Türk filmleri hakkında blog açabilecek kadar onlarla ilgili biri olduğunu belirtmemek olmaz diye düşünüyorum. Bunlar haricinde kendisinin yazılarına bakınca iyi bir gözlemci olduğunu söylemek mümkün. Ayrıca bir kedi severlik ihtimalide seziyorum blogdaki bir kaç resimden. Unutmadan son olarak Slumdog Millionaire o kadar kötü film değil bence notunuda son yazısını görünce eklemeden duramadım.

CESETİZLERİ: Yine blogun şekline bakınca renkli bir kişiliğin izlerini görüyorum. Beyaz bir temada olsa kullanılan resimler ve bazı başlıklardan dolayı bu konuda karar vermekte pek zorlanmadım. Ayrıca yazılan yazılara bakınca çok çeşitli konulara girebilmesinden dolayı hem gözlem hemde araştırma yeteneği olan birinin kaleminden çıktığını düşündürtüyor insana. Ayrıca blog temasına sirayet eden renkli tarz yazıların tarzınada etki etmiş gibime geliyor. Birde "bizim bi arkadaş" serisinden dolayı sanki bir Uykusuz okurluğu var gibime geldi.

Aslında kişisel yazıların yazıldığı ve benim takip ettiğim bir kaç blog daha var ama onları buraya koymayışımın nedeni onların bu yazıda olmayı hakketmemeleri değil elbette sadece benim yazıyı o kadar uzatmaya üşenmemdir. Hele birde takip ettiğim spor içerikli bloglarada girsem çıkışım mümkün olmayacaktı. O nedenle diğer takip ettiğim bloggerlardan özür dilerim.

21 Nisan 2009 Salı

Beyaz Perdeden Yansıyanlar #1

Yeni bir seriye başlamaya karar verdim. Bu seride sevdiğim filmlerden birinden unutulmaz karelere yer verip bu resimleri yorumlayarak filmi izleyenlerin anılarına tazelemeye çalışacağım. Seriye çok sevdiğim filmlerden olan Saving Private Ryan ile başlıyorum.

Bir grup asker az sonra başına geleceklerden habersiz çıkarmayı bekliyorlar. Gerçi en deneyimli olanların bile yüzünde endişe duygusunun bu kadar net görünmesi olacakların habercisi gibi gözüküyor.


Normalde sahiller insanlara dinginlik verir. Helede böyle yazın insanların güneşleneceği cins sahillerden ziyade kapalı havada bol dalgalı denizin olduğu sahiller bir başkadır. Böyle yerlerde insan sadece kendinin ve dalgaların sesini duyabilir. Fakat doğa ana ne yaparsa yapsın insan oğlu karar verdiken sonra böyle bir yeri bile cehenneme çevirebilir. İnsanların birbirini mümkün olabilecek en vahşi şekilde öldürmek için böyle bir yeri seçmesi ne kadarda tuhaf aslında



Bana kalırsa bu savaş ve kaosu anlatan enfes bir kare. Normal zamanda insan şöyle evlerin etrafında gezip o sokaklarda gönülünce koşuşturabilecekken şimdi bir avuç asker bu güzel manzaraya daha fazla zarar vererek orayı korumaya çalışacaklar. İnsanın can derdine düştüğünde geri kalan şeyleri nasıl geri plana atabildiğinin resmidir bu.


Ve işte unutulmaz final sahnesi. Bir adam tüm umudunu kaybetmiş artık son anlarını yaşarken bile inandığı şey için mücadele etmekten vazgeçmiyor. Az sonra olacak mucize onun durumunda birini bile şoke edecek kadar inanılmaz. Ama buna rağmen şu an için Yüzbaşı yolun sonunda kaçabilecek hiç bir yeri olmayan adamın heykeli olmuş adeta.

Evet serinin ilk denemesinide yapmış olduk. İlk seferden dolayı elbet bazı eksiklik ve problemler olmuştur illaki ama bir sonraki sefere daha iyisini yapacağıma çalışacağımın sözünü verebilirim.

Son olarak; I'll see you on the beach

14 Nisan 2009 Salı

Ben Bloga Blog Demem, Blog Benim Sevdiğim Gibi Olmazsa

MiScHiEF! tarafından mimlenmişiz. Konuda pek bir güzelmiş. O nedenle gelen pası fazla gecikmeden değerlendireyim dedim. Konuya gelecek olursak; en özetle genel olarak takip ettiğim bloglarda hoşlanmadığım şeyler nelerdir. Evet efendim artık ufaktan bloglarda sevmediklerimiz listesine başlayalım.

- Öncelikle blog arkaplanlarının rengi ile başlamak istiyorum. Arkaplanda döşeme yerine aynı resim karesi ile kaplı arkaplanlar çok fazla göz yorabiliyor. Birde her ne kadar takip ettiğim bloglarda siyah arkaplan üzerine beyaz yazı rengi tercih ediliyor olsada buda bana göz yorucu geliyor ne yalan söyleyeyim.

- Bir başka sorunda bloglarda müzik kullanılmasıda bana hoş gelmiyor. Müzik dinleyerek yazıları okumak istersem bunu kendi istediğim şarkıları dinlemeyi tercih ederim. En azından müzik konacaksada okuyucunun keyfine göre açıp dinleyebileceği şekilde olması daha hoş olabilir.

- Sonraki eleştiri konum ise yazılarda olmasada gadget ve widgetlarda kullanılan yazı karakterleri olabilir. Bu kısımlarda aşırı göz alıcı karakterler kullanılması insanı okuduğu şeyden ziyade bunlara bakmaya itiyor.

- Olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir konuda blog yazılarındaki akıcılık ve dil kurallarının doğru kullanılması. Tamam kimse TDK üyesi gibi olsun demiyorum ama en azından bir nokta, bir virgül bir ayırma işareti kullanılarak yazılanların anlaşılır hale getirilmesi çok önemli.

- Kendimde sık sık kişisel olaylardan bahseden yazılar yazsamda bunda belli bir sınır olması gerektiğine inanıyorum. İnsan kendi dertlerini anlatarak rahatlamak ister tamam ama hayatının en ince ayrıntılarına kadar anlatan insanları anlamakta güçlük çekiyorum.

- Başka bir olayda kenarlarda kullanılan resimler. Resimleri bende kullanıyorum ama bunları fazla insanın gözüne sokmadan yapmak lazım. Merak eden istediği gibi aşağı doğru inip bakabilir ama solda zaten üstte bir dolu liste varken birde sağ tarafa bu resimleri dizip yazıları araya sıkıştırmak görüntü olarak pek hoş olmuyor.

- Ehh birde blogda kullanılan uslüpte çok önemli. Konuşur gibi bir tarzda yazılan yazılara itirazım yok. Ama dostlar kıraathanesinde çift okeye dönen adam tarzı bir uslüple birde küfürün gözünü çıkaran cinsten yazıların olduğu bloglar pek ilgimi çekmiyor açıkçası.

- Sevmediğim bir başka şeyde blog yazarının okuyan insanları küçük gören bir dil kullanarak yazı yazması. Sanki yazıları ile insanların gözünü açıp onları bu dünyada yol gösteriyormuş gibi davranmaya gerek yok. Sonuçta hepimiz aynı hayatı yaşıyoruz. Tek farkımız yaşadıklarımızdna farklı gözlemlerimiz olması.

- Birde takip ettiğim pek çok spor blogunda gördüğüm bir şey varki bu aslında pek blog yazarının suçu sayılmaz. Yorumlara adsız olarak hakarete varan yorumlar bırakarak o yazan insanında yorumları okuyan insanlarında tadını kaçıranlara sinir oluyorum.

Evet efendim sanırm benim bloglarda sevmediğim şeylerin önemli bir kısmı bunlar. Şaka maka bayada şey varmış blogları beğenme kriterlerim arasında.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Post-İt Notları #9

- Aslında hiç lafı eveleyip gevelemeyip bu aralar aklıma takılanlara sıralayayım demiştim ama yinede içim elvermedi. Böyle hem meramımı anlatan hemde giriş özelliği gösteren bir şey yazması en güzel diye düşündüm.

- Hemen ilk söylemem gereken bir şey varki onu söylemeden geçemeyeceğim. Şu yeni çıkan kredi kartı Adios'un reklamları inanılmaz itici olmuş. Hele o cazcı kardeşler kılıklı müzisyenler ve süper itici kampanya şarkısı ile kartı alma niyetim olsa vazgeçerdim.

- Reklamlardan başladık aynen devam edeyim. GS Mobile reklamlarını ise çok beğendim. Her ne kadar Galatasaray taraftarı olmamın bunda etkisi olması ihtimalinden şüphelensemde; özellikle Kewell ve Arda'lı reklamlar hakikaten çok hoşuma gitti.

- Nisan ayınında gelmesi ile havalar ne güzel oldu böyle. Son iki haftadır neredeyse yaza el sallayan havalar sağolsun öğlen tatillerinde gezip hava alma şansımız oluyor. Gerçi bu sıcaklar insanı arada terletsede soğukta üşütüp hasta olmaktan daha güzel.

- Hem havalar açmış hemde yaz saati uygulaması başlamış olduğundan daha hala gün batmamışken evde olduğumda sanki normalden daha erken gelmiş gibi hissediyorum. İnsan yoğun hafta içi aksiyonlarında böyle ufak motivasyonlar olmadan zamanı geçirmek hiç kolay olmuyor.

- Benimde bir basketbol dergisinde yazarlık yaptığım dönemde 4-5 farklı dergi vardı. Hepsinde ayrı insanların ayrı yazılarını okumak çok güzeldi. Fakat çok değil bu olayların üzerinden 5 yıl geçmesinden sonra geçtiğimiz günlerde öğrendim ki piyasada kalan son dergi olan Slam'de yayın hayatına son vermiş. Ne yalan söyleyeyim geçen bu zamanda bu hale gelinmiş olmasından dolayı açıkça üzüldüm. Pek çok dergi yazarının hiç bir maddi beklenti içinde olmadan mesaisini ayırarak yazdığı onca yazının artık dergilerde olmayacak olması insana acı veriyor. Sanırım internet yazılı basını böyle yutmaya devam edecek gelecekte de.

- Bu aralar vizyonda çok fazla film olmasada hem sinemada olanları hemde netten bulabildiklerimi izleme şansım oldu. Açıkçası genel olarak macera filmlerini seven biri olsamda son zamanlardaki filmlerin ciddi bir kısmı izle unut tarzı pek akılda yer etmeyen filmlerden oldu. Ha yinede izlediğime pişman oldum diyemem.

- Geçen hafta Obama'nın gelişi pek çok insanın evine yada işine gitmesine engel olmuş olsada ben bu sayede hem işten erken çıktım hemde benim yolum üzerinde pek bir engel yoktu. O nedenle Obama benimde saygımı kazandı. Kendisinede teşşekürü borç bilirim.

- Nisan ayı sağolsun senenin ilk resmi tatilini ayın 23'ünde yaşayacağım. Açıkçası haftasonu tatili bana pek yetmediğinden. Fazladan bir gün uyumak ve dinlenmek çok iyi gelecek gibime geliyor. Hele birde üstüne 1 Mayıs'ta tatil olursa iki haftada fazladan 2 gün tatil çok güzel olacak. Hemde 1 Mayıs stresi yaşamamış olacağım.

- Kapanış içinde şöyle yaratıcı vurucu bir şey yazayım dedim ama aklıma gelmedi. Neyse bu seferlikte biraz böyle sönük bir kapanışla olsun.

4 Nisan 2009 Cumartesi

The Day The World Went Away

Neden?

Nasıl?

Niçin?

Nerede?

Ne zaman?

Kim?

En bilindik sorular. Ama sorular sormak bazen çok nedensiz çok gereksiz geliyor. Bazen insan cevaplar aramaz yada pozitif cevaplar aramaz. Hayatında yeni bir adım atmak için negatif cevaplarda gerekir. Fakat bu başka bir hikaye, şu anın hikayesi değil belki başka bir zamanda başka bir yerde anlatıcağımı umduğum bir şey.

Peki neden bunlardan başladım. Açıkçası pek bilmiyorum ama bu yazının ana temasıda karmaşa ve bazı şeylerin saçmalığıydı kafamda. Bu nedenle aklıma gelen ilk saçma şeyle lafa girmeyi uygun buldum.

Evet bu aralar sorular bana saçma geliyor. Cevaplarını aramayacağım yada öğrenmek istemediğim bir sürü soru dolanıyor aklımda. Kafamı dolduruyorlar ama hiç birinin gözümde tüy kadar değeri yok.

Bunaldığımı hissettiğim dönemlerdeyim. Her şeyin anlamını yitirdiği, gördüğüm duyduğum şeyleri zaman zaman kendimden kilometrelerce uzaktaymış gibi algıladığım bir ruh halindeyim. Bu durumda olan her insan gibi çevre yada kendinle ilgili olan bitenler hakkında muhakeme yapmak insanın pek yapmak istediği şeyler arasında olmuyor.

Her sabah kalktığımda yataktan kalkıp güne başlamak için bir kaç neden arıyorum. Ama son zamanlarda hayaller aleminde kalmamak için kendimi kandırmak eskiye oranlar çok daha zor geliyor. İnsan gerçeklik için kendine yalan söyleyebilir mi? Alın işte cevaplamakla uğraşmak gerekecek bir soru daha.

Bunları yazmama neden olan son olay ise 30 dakika önceydi. Kadıköy'den otobüse binip evime dönüyordum. Bir anda koltuğa oturduğumda kendimi 4-5 sene önceki gibi hissettim. Sanki az önce Avcılar'dan otobüse binip okuldan eve dönmek için yola çıkıyormuşum gibime geldi. Onca yılda hayatta ne değişti peki diye bir soruya takıldı bu seferde kafam.

Verebildiğim en mantıklı cevap artık sırt çantam olmadığı ve düzenli olarak traş olmak zorunda olduğumdu. Böyle ruhsal ve hatta zorlarsak felsefi olacak bir soruya bile bu kadar fiziksel ve hiç zorlanmadan yüzeysel olarak adlandırılacak bir cevap verince sorularda üşendiğimin iyice farkına vardım.

Bıkkınlık ilginç bir şey aslında. Eskiden hayatla mücadele ederdim. Kavga etmekten çekinmezdim. Onca şeyin onca gürültünün bir faydasını görmedim. Sonunda bende olana bitene sabır gösterip kendi halimde, kendi yoluma gideyim dedim. Fakat sabır göstermek kavga etmekten daha büyük mücadele gerektiriyor. İşte bu noktada ne kadar mücedeleden kaçmayan biride olsan bir noktada artık uğraşmaktan bıkıyorsun. Peki bu durumda ne yapabilirsin. Ancak sabah yataktan kalkmanı sağlayacak daha iyi bahaneler ararsın.

Nedir sorun, nedir bu halin sebebi. Bu sorular bile artık beni eskisi kadar motive etmiyor. Hayatı bir şeyler yapmak için motive olması gereken ve anlık doğaçlamalarla gerektiğinde durumdan sıyrılan biri olarak yaşadığımdan artık sorulara cevap aramak için geçmiş labirentine girmeye pek can atmıyorum.

Depresif bir ruh halindemiyim. Pek sanmıyorum. Sadece bahara giriş öncesi havaların değişmesinin benim üzerimdeki etkisidir muhtemelen bu durum. Yinede her bahar bu ruh hali ile 1-2 ay yaşamak kolay değil.

Not 1: Bu yazı tamamen anlık akla gelen konu başlıklarından anlık ve keyfe göre bir sıra ile yazılmıştır.

Not 2: Başlığı bulmamda etksi olan şarkı Nine İnch Nails'dan geldi. Bende ilk Terminator Salvation fragmanında keşfettim