17 Şubat 2008 Pazar

Sevgililer Günü

Güller tam karşımdalar. Üç adet uzun sağlı kırmızı gül ince belli, uzun ve bembeyaz bir saksının içindeler. Saksının en üst kısmının bana bakan tarafında bir yerde bir tırnak boyu seramiği kırılmış ve sırı dökülmüş. Ama asıl aklımda olan bu manzara değildi. Bu manzaranın arkasında kaldığından şu anda ne göremediğim ama varlığını tüm benliğime hissettiğim biri var aklımda. Bu güller, bu saksı, saksının yanındaki tuzluk ve karabilberlik, önümde duran boş beyaz tabak ve onun yanlarındaki çatal bıçak ve hatta ben bile o anda onun için orda bulunuyoruz. Sanırım birini önemsemek hatta daha doğrusu birine aşık olmak böyle bir şey, onu her türlü engele rağmen görmek hissedebilmek.

Kelke şu anda vaktim olsada bu noktaya nasıl geldiğimi uzun uzun tekrar aklımdan geçirsem. Fakat masaya oturalı neredeyse 5 dakika oldu ve hala karşımdaki o özel insana dişe dokunur tek bir şey diyemedim. Heyecandan kafamda uygun bir giriş hazırlayamıyorum. Ama artık acele etsem iyi olacak çünkü önündeki menüye bakmaktan sıkılmış bir hali var. Hazır yada değil başlıyorum;

-Nasıl menüde sevdiğin bir yemek var mı?
-Bilemiyorum çok fazla çeşit var gibi.
-Canın ne istiyor peki şu anda?
-Yani ne bileyim asıl sorun bu galiba ona karar veremiyorum (zaten ne zaman gergin olsa karar vermekte zorlanır. Demekki oda benim gibi hissediyor şu anda)
-İstersen balık söyle sen çok seversin
-Yok, canım hiç balık istemiyor. Sanırım ben tavuk ızgara isterim. (Eğer canı balık bile istemiyorsa gerginliği benim tahmin ettiğimden hatta benimkinden bile fazla olabilir.)
-İyi o zaman bende külbastı yerim herhalde. Ne içersin?
-Sende içeceksen bir kırmızı şarap mı açtırsak acaba?
- Evet alkol almak iyi olacak benimde çok hityacım var.
-Neden ki?
-eeee şimdi (Harika kendi azınla kendini salak yerine düşürdün. Kıvırmak için uygun bir bahane bul) bu gün hava soğuk ya içim üşüdü. Bir iki kadeh banada çok iyi gelecek o bakımdan (Heheyt hiçte fena olmadı.)
-Evet evet bu gün hakikaten ne kadar soğuk hava
-Neyse bakayım menüde ne şaraplar var.

Evet ilk adımı fena atlatmadım gibi, ama nedense içimden bir ses işi daha en zor kısmını görmedin diyor. Bu arada haikaten şu menüyede baksam fena olmayacak. Hımm evet Öküzgözü, Kalecik Karası, Yakut, Antik, Dikmen ohooo bu liste uzar gider. Yabancı şaraplarda ateş pahasıymış. Ehh menüsü kalın bej rengi kartona adeta ilk okuldaki kız öğrencilerin cicili bicili günlükleri gibi süslü olan restauranttanda ne bekliyordum acaba?

Anlaşıldı bir an önce bir karar vermezsem bunuda elime yüzüme bulaştırıcam. Bir garson yakalayıp siparişleri vereyim. Evettt bakalım o zaman nerde uygun bir garson var. Geniş herhangibi sütunla bozulmamış bir mekanda olmanın avantajını bordo rengi duvarlar, onlara uyumlu renkteki sandalyeler ve masa altlıkları ile biraz ortamı karartarak kapatsalarda, garsonların siyah pantolon üzerine beyaz önlük giymeleri sayesinde sadece masaların üzerindeki asıl beyaz örtü ile karıştırma ihtimaliniz kalıyor. Offf mekanda ne kadar kalabalık. Ehhh böyle bir günde normaldir aslında. Şu yan masadaki yaşlı çifte bak. Adam üşenmemiş açık mavi üzerine lacivert boyuna çizgili bir takım elbise giymiş. Karısıda siyah gayet şık bir gece elbisesi giymiş. Ama kafasındaki topuz ne kadarda komik duruyor. Ben ise spor kesim bir pantolonun ve lacivert üzerine kırmızı ve buz mavisi desenli gömlek üstünede üzerinede düz lacivert süeterle çokmu acaip kaçtım acaba? Gerçi benim yanımdaki o nadide varlıkta beyaz gömlek üzerine pembe spor bir hırka ile kot pantolon giymişti. O boynundaki benim aldığım kolye ne kadar güzel duruyor. O modadaki günde iyi denk gelipte almışım. Saçlarını ise benim sevdiğim gibi açıp serbest bırakmış olmasıda acaba bir tesadür müdür?

Neyse yine çok dağıldım nerde bu garsonlar? Acaba loş ışıkta bile kafası parlayacak kadar kel olan ama yinede hal ve tavırlarına bakılırsa bu gün burda olmaktan rahatsız olmayan şu iki solumuzdaki masanın servisi bitirmek üzere olanımı seçsem yoksa hemen o gözlerimi alan masadaki ışığın kaynağın arkasında kalan ve yaşlı bir kadına sabırla ve gayet yumuşakça menüdeki bir yemeği anlatan garsonu çağırsam? En iyisi bu işi en sevdiğim şekilde çözmek. Hangisi ile önce göz göze gelirsem onu çağıracağım. Evet bir tarafta bütün dikkatimi celbeden bir varlığın hemen arkasında olan garson varken diğerinin pekte bir şansı olamayacak. İşte bu tarafa baktı garson;

-Pardon bakar mısınız?
-Hemen geliyorum efendim.

İşte tam bu sırada bir anda her şey karardı. Yüzüme soğuk bir rüzgar çarpmaya başlıyor. Ama bu neden olabilir

-Oğlummmmm

İyi ama bu annemin sesi ne işi var restaurantta ve neden beni çağırıyor

-Hadi kalk nerdeyse öğlen oldu. Bu gün 14 şubat diye evden çıkmaman bu saate kadar uyuman anlamına gelmez

Lanet olsun yine mi?

8 Şubat 2008 Cuma

Uyanış

Tik tak, tik tak, tik tak ...

Bu seste ne? Neden beynimde ötüp duruyor? Gözlerim neden yanıyor? Bu kadar çok soru neden? Evet, evet sanırım uyandım. Böyle bir saat gürültüsüne karşı koymak çok zor. Fakat bu hissetiklerim gözümü açma isteiğimi kaçıran güneş ışığı yada beynimi kemiren saatin tıkırtısı değil. Sanırım hala uyku mahmuruyken kendime gelmek için bununla ilgilenmek fena değil. Uykuda kendimi bu kadar kaybetmişken önce odayı inceleyeyim kendime gelmek için. Tabi önce açılmamak için inat eden göz kapaklarımı bu konuda ikna etmem gerekecek. Evet biraz daha aralanıyor evet. Duvarlarım açık renk beyaza yakın sanırım son derece açık bir mavi, evet buz mavisi dedikleri renk bu sanırım. Her şey çok bulanık. Kendimi biraz daha toplamam lazım.

Tik tak, tik tak, tik tak ...

Ne, kim, nasıl ??? Lanet olsun uyuya kalmışım. Ne kadar zaman geçti acaba? Ne zaman daldığımı hatırlayamıyorum ki. Neyse kafamı toplarmam lazım. En son ne diyordum. Evet hatırladım duvarlar. Açık soğuk bir renkti. Mmmm mavi, bbbb buz mavisi evet evet rengin adı buydu. Biraz daha net görmeye başlıyorum sanırım. Yatağım baş tarafından ve sağ tarafımdan duvara dayalı, tam karşımda ise pencere var. Çok büyük bir oda değil ama dışardan çok iyi ışık aldığından herhalde gözüme pek bir ferah gözüktü. Bu kadar bana ait olan bir şey nasıl bu kadar yabancı olabilir. Nasıl bu hale gelmiş olabilirim.

Odayı biraz daha incelemekten daha fazlasını yapmam şu an için zor gibi. Sağ tarafımda yatakla birleşik olan duvarda bir kaç poster var. Sanırım bu posterdekileri tanıyorum. Biri bir sporcuya benziyor. Siyahi uzun kalıplı bir adam galiba. Üzerinde mavi üzerine sağ ve sol kenarlarında boyuna kırmızı ve beyaz iki çizgisin olan bir forma var. Bu formayı tanıyorum. Bu Pistons forması o zaman bu adamda Ben Wallace olmalı, evet evet kesinnlik bu o.

Aferin oğlum bir kaçı gitti bir çoğu kaldı. Aynen böyle devam et. Diğer poster sanki bir konser görüntüsü gibi. Bir kadın, güzel ve sanırım genç bir kadın önündeki mikrofona doğru çok hafif eğilmiş. Sanırım baktığı yönde havalandırma gibi bir şeyler var. Saçları, kızıl saçları güçlü bir rüzgara tutunmuş gibi arkasına doğru uçuşuyor. Üzerinde çok güzel bir siyah t-shirt ve siyah deri bir pantolon var. Ben bu bu grubu tanıyorum. Tabi ya bu Epica'nın solisti Simone Simmons.

İnsanoğlunun farklı yaratıldığına yönelik ne güzel bir ironi Simone Simmons ve Ben Wallace aynı duvarda yan yana duruyor. Acaba bunu bilerek ve planalayarak mı yaptım? Yoksa bu sadece beğendiğim iki farklı insanın posterlerini asmamdan dolayı oluşmuş bir tesadüf mü? Sanırım şu anda bu kadar komplike ve kapsamlı soruları cevaplayacak kadar kendime veya hayatıma hakim değilim.Bu sorular için acele etmemeliyim. Puzzle'ın parçalarını yavaş yavaş, teker teker bir araya getirmekten başka çarem yok.

Karşımdaki pencerenin hemen önünde büyük mavi geniş bir yastık var. Hani şu insanların yere otururken kullanabilecekleri cinsten bir yastık. Üzerinde bir kaç dergi var sanırım. Birde onlardan daha kalın olduğu için kitap olduğun düşündüğüm bir şey var. Kitabın altında kalan dergilerin birinin kapağında bir basketbolcu var. Sanırım ben bu sporla oldukça ilgliyim. Kitabın altında kalan ikinci derginin ise adınını okuyabiliyorum. Yanlış görmüyorsam üzerinde kırmızı kalın yazılarla "EMPİRE" yazıyor. Hmmm oldukça tanıdık bir isim. Bu dergiyi sık sık okuyordum sanırsam. Tabi ya bu bir sinema dergisiydi. Demekki filmlerdende hoşlanıyorum. Basketbol, sinema ve müzik ile ilgiliyim sanırım. Lanet olsun bunlar çok genel daha kesin sonuca gitmemi sağlayacak bir şşşeyler bulmalıyım.

Tik tak, tik tak, tik tak ....

Ha, ne? Lanet olsun yine mi. Tamam oğlum kendini topla konsantre ol bu işi çözmenin tek yolu bu sakin, sabırlı ve dikkatli olmalıyım. Yatağın hemen karşısınd bir televizyon var. Altında kapaklı bir televizyonluk olduğundna yaklaşık yerden 100 yada 120 cm kada yukarda duruyor. Demekki tv seyretmeyide seviyorum. Hmmm daha spesifik daha önemli bir şey bulmam lazım.

Hey bir dakika, o yerdekide ne kimlik gibi bir şey sanırsam. Üstünde resmim var. Uzanabilirsem tam aradığım şey bu. Ama çok uzak ve ben hala yataktan doğrulup uzanıcak kadar kendime gelemedim. Ne olursa olsun denemem lazım. Yoksa daha çok yatakta etrafa ayrancı budalası gibi bakar dururum. Evet kolunu yorganın altından çıkar. Ağır ve yavaş olması sorun değil yeterki hareket etsin. Oldu işte oldu. Şimdi vücudumu sola yatanğın kenarına uzatmam lazım. İşte asıl zor kısım başlıyor. Hayır lanet olsun kenara fazla yaklaştım. Düşmek üzereyim, kayıyorum, kendimi yukarı çekemiyorum. Hayırrrrrrrrrrrrrrrr


Dıııııt dıt dııt, dııııt dıt dııt

Nerdeyim, nasıl, kim? Lanet olsun yine kabus gördüm. Geç saatte maç izleyip bir şeyler atıştırıp yatasan böyle olur. Güne başlamak için harika bir yol gerçekten.