30 Aralık 2008 Salı

Geleceğe Dönüş

Yakın zamanda gelecekte görebileceklerim yazısı düşünememe neden oldu. Geçmiştede gelecekte şunları yapabilecek miyim dediğim şeylerden neleri yapabilmişim. Düşündükçe kafama yattı bu tür bir yazı yazılabilir dedim kendime. Ve işte sonunda burda bu satırları yazıyorum. Neyse lafı daha fazla uzatmadan konuya girelim.

Yanlız emin olamadığım bir nokta var bu yazının konusunda. Geriye gitme konusunda nereye kadar gideceğimi bilemiyorum. Onun yerine aklımda yer etmiş acaba gelecekte şunu yapabilecek miyimlere girmeyece çalışacağım.

Öncelikle en yakın zamanda olmasada en derin yara bırakmış ile başlayayım. ÖSS öncesi senelerde aklımın hemen her yerinde tek bir soru vardı. Nereye baksam, ne yapsam hatta uyumak için kafamı yastığıma dayadığım anlarda bile bu tek soru beni kemirir dururdu. Bu soru tahmin edebileceğiniz gibi üniversiteye girebilecek miyim sorusuydu. İnsanın tam bir birey olmaya adım atmak üzere olduğu bu zamanlarda bu kadar ağır bir yükü taşımak zordu. Zorlukları burada sıralayıp depresif bir yazı yazmayacağım ama aynı dönemlerden geçmiş hemen herkes gibi bende o dönemlerden bazı yaralar alarak çıktım.

Bundan bir sonraki unutulmaz acaba gelecekte olur mu durumumsa bir öncekinin bir gömlek daha hafifi olan acaba ben üniversiteyi bitirebilecekmiyim durumumdur. Üniversite hem ortam hemde yapı olarak insanın daha fazla önünü görebildiği bir yer olması bakımından bu dönemdeki gelecek endişeleri nispeten daha az stres yaratıyor insanda.

Bu ikilemenin sonunda ise bunlarında nedeni olan en ulu en büyük gelecek endişesi var. Ben gelecekte iyi bir iş bulabilecek miyim. Altı ay öncesine kadar çok ciddi stres yapan sürekli etrafta bir arayış halinde olmama neden olan bir durumdu bu.

Bu arada şu son endişenin bonusları olan bir kaç konu daha vardı. Mesela ben bundan 4-5 yıl önce kendimi takım elbise ile düzenli olarak işe giden biri olarak hayal bile edemiyordum.

Benzer duyguları çok sık yaşarım. Bazı şeyleri yapana kadar yada yapmak zorunda kalana kadar hiç yapabileceğimi bile düşünemem. Sanırım bu durum olaya kendini hazırlamakla ile alaklı bir şey bu. Yani bazı şeyler ile karşı karşıya kalana kadar o şeyi hiç aklında geçirmiyor insan. İşin sonunda bu durumun üstesinden gelince ise vay be bunuda yaptım ya hissiyatı ile beraber gelen rahatlık ise anlatılmaz yaşanır.

Eklemeden geçmeyeyim. Hep okul yada iş ile ilgili şeylerden bahsettim farkındayım. Ama ülkemizde yaşayan pek çok insanın bu durumlarda yaptıkları hayatlarını hatta kendi tarzlarını bile belirleyen en önemli şeyler. Pek çok şey insanın hayatında bu durumların sonucuna göre şekilleniyor.

Bunlar dışında bir şeyler söylemem gerekirse basketbolu ve özellikle NBA ile ilgilenmeye başladığım dönemlerde bu konu ile daha ciddi ilgilenebileceğimi hatta bir dergide bu konuda yazılar yazabileceğimide hayal bile edemezdim.

Yada Epica konseri öncesi grubun sahne arkasına girip grubu mümkün olan en doğal halinde görebileceğimide tahmin bile edemezdim.

Birde Metallica'nun br daha ülkemize gelip konser vereceğini ve benim o konseri yerinde izleyebileceğimide bilemezdim.

Ama öyle ama böyle geçmişimdeki geleceğimde hakkında beklentilerim olan konulardan bahsetmiş oldum. Hazır yeni yıl kapımıza gelmişken geleceğe uzanmanın ardından birde geçmişe gitmek fena olmadı. Kendi çapımda bir Christmas Carol deneyimi yaşadım diyebilirim herhalde.

29 Aralık 2008 Pazartesi

Görmek Yada Görmemek İşte Bütün Mesele Bu

Yine çok üstüne laf söylenebilecek bir konunun mim ile gelmesi ile yeni bir yazı yazmakta şart oldu. Aslında ilginç olan bu konu hakkında daha önce hiç bir şey yazmamış olmam. Bu bakımdanda böyle bir yazı yazmak iyi olacak. Lafı yeterince dolandırdıktan sonra me hakkında yazacağımızdan bahsedelim. Efendim konumuz gelecekte günün birinde görmeyi arzuladığınız olaylar.

Madde madde yazmak gerekirse umarım gelecekte bir gün;

  • Disiplinli bir şekilde çalışabilen biri olabilirim
  • Bazı şeyleri zor yoldan değilde diğer insanların benle paylaştıkları deneyimlerden öğrenebilirim
  • Film izleyebileceğim daha fazla boş vakte sahip olabilirim
  • Kargo'nun Yanlızlık Mevsimi gibi enfes bir yerli albüm daha dinleyebilirim
  • Red Hot Chilli Peppers konserine gidebilirim
  • Öğrencilikle son bağım olan yüksek lisans tezimi bitirebilirim
  • Yakın gelecekte yurt dışında çalışma şansı yakalayabilirim
  • Yine şu anda olduğu gibi içimdeki yaramaz çocuğu yaşatabilirim
  • Daha sık sinemaya gidebilirim
  • Arkadaşlarımla daha sık gülüp eğlenebileceğim ortamlarda olabilirim
  • Hava ne kadar soğuk olursa olsun vapurda açık kısımlarda oturup boğaz manzarasında kendimi bir kez daha kaybedebilirim
  • İnsanlarada daha az mesafeli davranabilirim
  • Toplumda anlamlandıramdığım şeyleri umursamayabilirim
  • Erken yaşta emekli olup hayali kurduğum kır evini satın alabilirim
  • Daha sabırlı biri olabilirim
  • Schindler's List filminde Oscar Schindler'in fabrika işçilerine veda sahnesini bir kez daha izleyebilirim
  • Geçmişte yaptıklarımı geçmişte bırakabilirim.
  • Arada eskilere dalıp ne günlerdi diyerek şu anda rahatsız olduğum şeyleri düşünüp içimden pehhhhhh demeyebilirim
  • Yılbaşında lapa lapa kar yağdığını görebilirim
  • Erken kalktığımda keşke biraz daha uyuyaybilsem demeyebilirim
  • Ferhan Şensoy ile Rasim Öztekin'in oynadığı Pardon gibi bir film izleyebilirim
  • Odaklanma konusunda daha başarılı olabilirim
  • İnsanlarla dertlerimi daha kolay paylaşabilirim
  • Bir gün üşenmeyip üniversiteye diplomamı almaya gidebilirim
  • Gerçek anlamda spor konusunda yazabilen spor sayfaları olabilen gazeteler görebilirim
  • Böyle bir liste hazırlarken daha düzenli olabilirim

Evet böyleyken böyle. Yazmadan önce daha kolay geliyor ama maddeleri sıraladıkça bu iş göründüğü kadar kolay değilmiş diyor insan. Yinede aklımda olanları sıralayabildim.

28 Aralık 2008 Pazar

Asist Testi yada Test Asisiti, Yer Yer Mim Olarakta Geçiyor

Bazen başlık bulmak hiç ama hiç kolay olmuyor. Hele birde pek alışık olmadığım Mim konusu gibi bir konuda olunca durup düşüneyim biraz dedim. Ama bazen insanın basireti mi bağlanıyor nedir. Aklıma güzel bir şey gelmedi. Bende aklımda o an olan şeyi biraz süsleyip koyayım dedim oldu bitti. Ha nasıl oldu derseniz ona bende allah bilir derim.

Şimdi birde Mim nedir onu anlatsam mı acaba diye düşünürken hazırlık ve yazıyı bağlama açısından faydası olacağı kanaatine vardığımdan bu olayı bildiğim kadarı ile anlatayım. Efendim bu Mim denen fasilitesi bir arkadaşınızın yazdığı yazının sonunda aynı konu hakkında istediği insanların isimlerini verip onlarında bu konudaki yazılar yazmalarını rica etmesi olarak tanımlanabilir.

Şimdi ne hakkında mimlenmişiz ona gelelim. MSN'deki "Kime Aşık Oluyorsunuz" testini (ki adreside: http://testyourself.tr.msn.com/test/kimlere_asik_oluyorsunuz/Test.aspx) doldurup sonucunu burda okuyacak olanlarlar paylaşmakla alakalı.

Ben sonucu yazmadan önce soruları ve o sorulara neden şıklar arasında o cevabın doğru cevap olduğunu yazayım diyorum. İlk soru ile başlamak gerekirse;

Sevdiğiniz bir programı seyrederken birden bire televizyonunuz bozuldu...
Genelde evde bu tür durumlarda yangın çıktığında çalınan alarm görevi gördüğümden direk olarak "Tamir etmeye çalışırım, bu tür işler bana keyif verir" cevabını verdim. Özellikle işin sonucunda bozulan şeyi tamir etmişsem bu işler bana keyif verir.

İlk defa buluşmaya karar verdiniz ve buluşma yerine gittiğinizde orada değildi...
Normalde de arkadaşlarla buluşurken zaman zaman ya gelemezlerse yada ya çok geç gelirlerde bende burda direk gibi beklemek zorunda kalırsam diye kendime sorup durabilen biriyimdir. Ama yinede bir olurda gelmezse onun hakkında kötü düşünmek yerine acaba gelmemesinin nedeni nedir diye merak ederim. Bu durumda cevabım "olur

Birlikte oluğunuz kişinin aslında hayatında başka biri olduğunu öğrendiniz...
Hayatta bir çok önemli şey vardır. Ama birinin size karşı dürüst olup olmaması bence pek çok şeyden önemlidir. Yalan söyleyen insandan her an her şey beklenebilir. Helede bu kadar önemli bir konuda yalan söyleyen bir insanla konuşmanın tartışmanın yada ona değer vermenin bir anlamı olmaz. Cevabım açık ve kesin bir şekilde "Bir daha yüzüne bile bakmam" oldu.

Bir arabada aradığınız en önemli özellik nedir?
Hız konusundan başlarsak açıkçası hızlı araba kullanma hevesimi bilgisayar oyunlarından alabiliyorum. Sağlamlık konusu aslında önemli bir konu olsada pek çok insan gibi bende o konuda çok bilgili biri sayılmam. Tasarım elbette önemlidir ama bir arabanın şekli şemali düzgün diye içinde rahatsız bir şekilde yolculuk yapmayı istemem. Tüm bunları değerlendirince benim için arabada en önemli özellik konfor oluyor diyebilirim.

Maskeli baloya davetlisiniz, aşağıdakilerden hangi kostümü seçersiniz?
Açıkçası oldukça hoşuma giden bir soru oldu. Keşke şıklarda olmasada istediğim gibi bir cevap verebilseydim. Eğer öyle bir şansım olsa Spawn kostümünü seçerdim.Sanırım Spawn hikaye olarak beni etkilemesinden dolayı böyle bir soru için aklıma gelen bir cevap oluyor. Şıklardan ise Dark Knight'ında etkisi ile Batman'i seçtim. Kusura bakma Jack Sparrow. Bu arada şıklarda olmasada kirli atler çıplak ayak tandemi ile John McClane'de güzel opsiyon olurdu.

Sizce hangisi gerçek aşk?
Bu soruda anlamadığım daha doğrusu mantıklı bulmadığım bir şey var. Ferhat ile Şirin ve Romeo ve Juliet bence birbirine çok yakın ve aşka aynı pencereden bakan cevaplar oldu. Sırf bu nedenle Temel Reis ve Safinaz'seçebilirdim. Ama yinede Romeo ve Juliet'i seçmek ağır bastı.

Doğa üstü bir güç edinme hakkınız olsa, hangisini seçerdiniz?
Bu soruya açıkçası bayıldım. Hele birde tam aklımdaki cevapta şıklarda olunca daha bir bayıldım. Hepsinden önce benim gibi çizgi roman kahramanlarını seven biri için çok uygun bir soru oldu. Cevaba gelecek olursak. Hayatımda her daim insanların aklından neler geçtiğini merak etmişimdir. "Düşünce okuyabilme " gücüde tam benim kafamdaki merakı çözebilecek bir şey.


Yolunuzun üstünde her gün gördüğünüz normal bir ağacın, birdenbire kumaş parçaları ve dilek kağıtları ile kaplandığını gördünüz...
İtiraf etmem gerekirse oldukça ilginç bulduğum bir soru oldu. Fotografını çekmek ve Kağıtlarda Yazanları okumak şıkları arasında kaldım. Muhtemelen bana kalsa ikisinide seçerdim. Ama hangisini muhakkak yaparsın diye sorarsanız "Fotografını Seçmek" cevabını veririm.

Uzun zamandır görüşmeyi dilediğiniz kişi, sizi daha önce gidip de hiç hoşlanmadığınız bir yere davet etti...
Baya kazık bir soru aslında. Böyle durumlarda çok inatçı davranmam açıkçası. En azından oraya gidip karşımdakine o mekanla ilgili sorunu görsel örneklerle anlattığımda bundan sonra o mekana gitme ihtimalimizin ortadan kalmasını umarım. Buna en uygun şıkta "Demek ki orada rahat ediyor diye düşünürüm ve sorun çıkarmam giderim" oluyor sanırım.

Gece ve gökyüzü deyince aklınıza ilk hangisi gelir?
Çok hoş ve naif bir soru olmuş. Cevaplarken pek zorlanmadım açıkçası. İstanbul gibi hava kirliliği olan bir şehirde yaşıyorsanız. Yıldızları düzenli olarak görmeyi unutabilirsiniz. Hatta zaman zaman Hilal şeklinde ay bile gözükmez olabilir. Ama Dolunay önünü bulutlar kapasa bile her daim kendini belli eder. Birde çocukken hem filmini hemde çizgi dizisini sevdiğim Teen-Wolf sağolsun seçimim "Dolunay" oldu.

Veeeeeeeeeee işte cevap anı aynen buraya kopyalamam gerekirse;

Kurtarıcı

Sizin doğal mesleğiniz kurtarıcılık. Bu nedenle çoğu zaman, kişisel veya aile hayatında problemleri olan insanlara aşık oluyorsunuz. "Beni hep sorunlu kişiler bulur" sizin çokça sarfettiğiniz bir cümle. Bu durumdan çok yakındığınız zamanlar oluyor fakat aksi sizin için düşünülemez. Eğer bir kişinin hiç problemi yoksa, hayatını huzur içinde yaşamayı seçmiş ve başarmış biri ise size çekici gelmeyecektir. Çünkü o kişide düzeltilmesi gereken bir yön yoktur ve bu sizin asli görevinizi yerine getiremeyecek olduğunuzu gösterir. Siz aşık olmak için; problem çözücü, onarıcı, tamir edici ve kurtarıcı vasıflarınızı kullanabileceğiniz ilişkiler ararsınız. Bu yüzden daha ziyade sorunlu olan kişiler size çekici gelir.


Açıkçası genelde insanların sorunları olduğundan ve bunu bana anlattıklarından onları başımdan pek savmam ama hepte etrafımda böyle insnalar olsun istermiyim bimiyorum. Gerçi daha önceki yazılarımda bendeki en ciddi sorunun başkalarının sorunlarını dinleyebilirken kendi sorunumları anlatamama olduğunu söylemiştim. Acaba bu durum onun bir sonucu olabilir mi diye düşünmeden edemedim.

Yanlız böyle insanların bence en önemli sorunu terzi kendi söküğünü dikemez sendromuna düşmeleri olur herhalde. Etrafındakilerin sorunları ilgilenirken kendininkileri çözememek çok kötü bir şeydir.

İlginç testi sonucun benlen hiç bir alakası yok diyemem ama bu kadar keskin çizgilerle belirlenmiş bir şeyler olduğunuda sanmıyorum. Mim içinde teşekkürler eğlenceli bir testti.

22 Aralık 2008 Pazartesi

Kaderinden Kaçan Adam

Bu başlığı yazarken aklıma Terminator serisinden John Connor geldi. Annesi onu doğduğu günden itibaren lideri olmak zorunda kalacağı savaştan korumaya çalışmıştı. Sonuçta bu çabaların ne kadar işe yarayacağını 2009 yılında gelecek olan serinin dördüncü filminde görürüz.

Konuya girmek gerekisek; pek çok yazıda hayatın bana biçtiği olgun insan modelinden kaçmaya çalıştığımı anlatıyor yada ucundan kıyısından bahsediyordum. Bu sefer direk bu konuyu ana yemek olarak iredelemek gerek sanırım. Yada daha doğrusu benim bu konuyu irdeleyesim geldi sanırım.

Yıllarca filmlerde, kitaplarda yada sağda solda ne kadar büyürse büyüsün çocuk olabilen insanlara özenirdim. Bu özenti zamanla bana mantıklı bir yaşam tarzı gibi gelmeye başladı. Daha sonra ise zaten çocuğum bu yaşam biçimin kralını yaşıyorum diyerek bu fikre iyice sarıldım.

Fakat zamanın acımasız çarkından bende geçtim. Uzun süre hala daha çocuğum diyerek kendimi avutabildiğim kadar avutmaya çalıştım. Ama sonra öyle bir çağa geliyorki insan artık çocuk olamıyorsun. En fazla ben içimdeki çocuğu öldüremedim diyebileceğin bir duruma geliyorsun.

Bu belki insanın üstüne binecek sorumluluklarından kaçması için bir liman, belki bir safsata bu ama ben bu fikre gönülden bağlıyım. Daha doğrusu ben çocukluluk yapmayı bazen hiç bir şeyi kafama takmadan sadece yapmak istediğim için yapabilmeyi seviyorum.

Sırf sorumluluklarım var diye bu sorumluluklarım dışında kalan zamanlarda yıllarca yapmaktan zevk aldığım başkalarınn boş dediği yada yaramazlık olarak adlandırıldığı şeyleri yapmaktan kendimi mahrum edeyimki. Belki biraz bencilce olarak algılayabilirsiniz ama hayatta zevk aldığımız pek az şey varken neden en çok zevk adlığımız şeyi kendimize yasaklayalım ki.

Hayat zor kabul ediyorum. Hoşuma gitmesede hayatta ilerledikçe üstüme yüklenecek sorumluluklardan kaçmayı düşünmüyorum. Ama bunlar içinde hayatımın en önemli zevklerinden biri olan ve beni ben yapan şeylerden uzaklaşamam. Eğer öyle yaparsam tüm o yükün altına girmenin ne değeri kalır ki. Zaten tüm bunları katlanabilir ve makul kılan kendime bu ödülü verebilmem olabilir.

Peki bu kadar bahsettik ama çocukluktan ne kastettiğimi anlatmadan konuyu noktalarsam sanırım pekte akıllıca bir iş yapmış olmam. Çocukluk benim için en basit anlamı ile özgür olmaktır. Sorumluluklarını değilde kendi zevklerini ön planda tutabildiğim anlardır bu anlar. Yapmak istediklerimde bir mantık aramaktan ziyade eğlence aradığım anlardır.

Bu anları eskiden çok daha fazla yaşarken pek o kadar önemsemezdim. Ama bu tür "kaçamakları" yapabileceğim zamanlar kısıtlandıkça bu anlar benim için çok daha fazla değerli olmaya başladı. Bu iş için ayırabildiğim en ufak anımı bile boşa geçirmek istemiyorum. Hatta bunun için gerekirse plan yapmaya bile razı olabiliyorum.

İşte bu kadar basit gözüken şeyler bazen hayatta tahmin ettiğinizden bile daha değerli olabiliyor. Özelliklede hayata hep çocukların bakış açısı ile bakmaya çalışan biriyseniz bu bakıç açısını kaybetmemek için sık sık pratik yapmak gerekir. Çocukluk asla sadece çocukluk değildir. Yeri geldiğinde bir yetişkine verilebilecek en büyük ödüldür.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Planlasakta mı Yaşasak Planlamasakta mı Yaşasak

Sabah saat 06:30 zar zor uyuyorum. Gözlerimi açmakta zorlansamda yataktan kalkıyorum. Bu kadar zorluktan sonra hangi gömleği giysem diye düşünüyorum. İşte hayatımda düzenli olarak yaptığım tek plan bu sayılabilir. Bunuda üzülerek yada kendimi eleştirerek söylemiyorum. Bilakis hayatımda çok planlama yapıyor olmanın mutluğuna vurgu yapıyorum.

Dün bir arkadaşımla msnde muhabbet ediyorduk. Laf döndü dolaştı planlara ve hayallere geldi. Hayallerin planlara göre insanda daha pozitif etkileri olması üzerinnde hem fikir kaldığımız bu muhabbet sonrasında bu konuda kafamda birikenleri buraya yazsam fena olmaz diye düşündüm.

Açıkçası plan kelimesi bana çok güzel şeyler çağrıştırmıyor. Bir şey için plan yapıyorsam kendimi bir sınava giriyor gibi hissediyorum. Ehh hem uzun yıllar öğrenci olmuş olmam hemde hazırlık yapmayı sevmeyen biri olmadan dolayı planlama bana biraz ters geliyor.

Hayaller ise çok daha masum ve çekici geliyor. Hem hayal dünyasına ulaşılması kolay hemde insanı bu yola girmek bile mutlu ediyor. İnsan hayallerine ulaşabilmek için çaba sarf etmese bile sadece hayal ederek bile mutlu olabiliyor. Günün bütün zorluklarından yada yorgunluklarından arınıp beş dakika içinde bile oraya gidip mutlu olabiliyorum.

Bilemiyorum bu konuda ne kadar objektif olabilirim. Ama planlama dedin mi işin içine uğraşlar, zorluklar ve mücadeleler giriyorken hayal kurmakta insanın kendi aklı dışında hiç bir sınırı olmamasındanda dolayı tercih ettiğim bir şeydir.

Tembel, doğaçlamayı seven ve zaman zaman kafamı boşaltacak bir yer arayan biri olarak daha öncede dediğim gibi bu konuda taraflı olabilirim. Fakat zaten şu an içinde bulunduğum zamanda bile bir ton zorlukla mücadele ederken kesin olarak elde edip edemeyeceğim bir şey için (her ne kadar o şey çok istediğim bir şey olabilsede) tüm bunların üstüne daha fazla çileye katlanmak bana akıl karı gelmiyor.

Ha hayatta bazı durumlarda planlama yapmak zorunda kalabiliyor insan. Bu durumlarda da kısa vadeli ve nispeten kolay planlara yöneliyorum. Bir gün sonra yapılacak şeyler için yapılan basit planlar yaparak bu eksikliğimi gideriyorum diyelim.

Hayaller hakkında ise en sevdiğim şey sınırı olmaması. İnsan hayal kurarken o an neye ihtiyaç duyuyorsan ona uygun bir hayal kurabiliyorsun. Planlar bu bakımdan daha prensipleri var gibi gözüküyor olsada hayatta zaman zaman nabza göre şerbet veren şeyler daha iyi geliyor.

Kafamda olan konsepti birebir anlattım emin değilim ama en azından yazıyı yazmaya başlarken düşündüğüm şeyleri ellerimden geldiğince ortaya koymayı başardım sanırım. En azından dün akşam kafamda oluşanları yazabildim. Bu arada bu yazıyı yazmamda ilham kaynağı olan muhabbeti çevirdiğimi arkadaşımada bu nedenle teşekkür ediyorum.

14 Aralık 2008 Pazar

Nostaljik Anlar

Saat sabaha karşı üç. On dakika öncesine kadar yatmayı düşünüyordum. Hatta 1 saat öncesinde bana bu yazıyı yazdıran Okan Bayülge'nin Disko kralınıda izlemeyecektim. Ama hayatı çekilir kılanda bu sanırım. Bazen en beklenmedik anda en beklenmedik şeyler karşınıza çıktığında en beklemediğiniz şeyleri yapıyorsunuz.

Efendim az öncede belirttiğim gibi bu yazıyı Disko Kralının bu akşamki bölümü nedeniyle yazıyorum. Peki bu bölümde beni yazı yazmaya iten ne oldu derseniz çok kısa ve net bir cevap vereceğim. Doksanlı yıllar.

Bu akşamki bölümde dokanslı yollarda Türk müziğine damgasını vurmuş isimler konuk oldu. Harun Kolçak, Burak Kut, Hadi Yine İyisin Tayfun, Hakan Peker, Ah Canım Vah Canım Ahmet, Yonca Evcimik ve Barbaros Hayrettin gibi pek isim konuk oldu.

Ama konuklardan öte programda sık sık gösterilen dönem klipleri beni benden aldı. Zamanında ama severek ama hoşlanmayarak dinlediğim şarkıları 10-15 sene sonra görünce açıkçası bir tuhaf oldum. Daha ziyade her klipte aaaa şu şarkıyı dinlerken şunlar olmuştu gibi bir sürü bağlantılı anılarım canlandı.

O zaman daha çocuk aklıyla dinlediğim şarkıları bu günkü ben olarak dinlediğimde hem o ufaklığımı yanımda hissettim hemde bu günkü beni ben yapan geçmişimin kaynaklarını tekrar hatırlamış oldum.

Belki şimdi bu tür şarkıların yeni örneklerini dinlemiyorum ama o dönem bu şarkıları dinleyerek büyümüş biri için uzun zaman sonra böyle bu şarkılar toplu halde dinlemek çok farklı bir duygu. Bir anda bu kadar çok anı beynime hücum ettiğinden lafı toplayıp bir yere bağlamakta zor geliyor. Ama elimden geldiğince derli toplu anlatmayı umuyorum aklımdan geçenleri.

Bir ihtimal subjektif davranıyorum ama o dönemki şarkıların bir ruhu varmış gibime geliyor. Yada insan dinlediği şeylere anlam yüklediğinden bu şarkıların ruhu varmış gibi hissediyorum. Şimdi dinlediğim pek çok yerli şarkıda bu şarkılarda hissettiklerimi hissedemiyorum. Bilmiyorum neden niçin ama bu şarkılar, bu ezgiler bana farklı geliyor.

O dönemler yeni yeni dışarıdaki örneklerine benzer/yarışır kalitede şarkılar yapabildiklerinden dolayı belki bu şakılar bana değerli geliyordu. Ama ne olursa olsun bu şarkılarla büyümüş insanların anlatmak için kıvrandığım şeyleri anlayabildiklerini sanıyorum.

O zamanlar şimdiki kadar farklı kaynak yada tarz yokken elimizde olanların bile bizde böyle bir bırakabilmesi aslında güzel bir şeymiş. On sene sonra dönüp baktığımda aynı duyguları aynı insan olduğum için hissetmesemde hala en derinlerden bir şeyler hissediyorsam, o doksanların bir büyüsü varmış demekki demeden edemiyorum.

Hey corç versene borç diyerek bu yazıyı daha doğrusu karalamayı noktalamak istiyorum.

11 Aralık 2008 Perşembe

(Dayak) Yemekteyiz

Son yazıya gelen yorumlara bakınca "Yemekteyiz" yarışması hakkında bir şeyler karalamak biraz gereklilik gibi oldu sanırım.

"Yemekteyiz denen bu programda ülkemizde inceden bir TV fenomeni olmaya doğru gidiyor ya artık ne diyeceğimi bilemiyorum. Tamam hoş bir fikir ile oluşturulmuş bir konsept ama o insanların hem yemek sırasında hem yemeği yapana puan vermeleri sırasındaki halleri ve tavırları o kadar yapmacık ve sahteki insan o an gördüklerinden sadece nefret edebilir gibime geliyor. Ama nedense bu tür yapmacık şeyler beğeniliyor." Demişiz bu konu hakkında oradan alıp gidelim.

Önce işin pozitif yönüne bakmaya çalışalım. Şimdi bu tür yarışmalar insanlara yeni yemekler öğrenme yada bilinen yemeklerin hazırlanması sırasında püf noktalarının keşfedilmesi gibi konular ilk fırsatta dikkati çekiyor. Ayrıca birbirlerini tanımayan farklı kesimlerden gelen insanları bir sofra etrafında birleştirmesininde bazı sosyal alt metinleri türetilebilir.

Fakat daha önceki yorumumda da belirttiğim gibi yarışmacılarının buram buram yapmacıklık kokan hareketleri insanın ciddi şekilde gözüne batıyor. Hatta izlediğim bir kaç bölümde hareketleri geçtim bildiğim bir kaç yemeğe çok ciddi şekilde mantıklı olmayan eleştirilerini görünce insan ister istemeden ya bu yorumu eleştiri olsun diye yapılıyor yada yemek yapmaktan anlamayan biri konuşuyor diye düşünüyor.

Aslında yarışmacılarıda suçlayamıyorum. Ülkemizde interaktif olarak adlandırabileceğimiz yarışmalarda kazanmanın genel kriteri kavga edip sansasyon yaratmak olarak empoze edildiğinden bu yarışmaya katılanlarda kazanmanın yolunun ellerine geçen her fırsatta kavga çıkarmaktan geçtiğini sanıyorlar.

Ülkemizde bu tür şeyler tutabilir ama kendi adıma böyle gergin ortamlardan rahatsız biri olarak böyle sahnelerle karşılaşmaktan hiç hoşlanmıyorum. Anlamadığım insanların hayatlarında bir çok sebepten dolayı zaten gerim gerim gerilirken birde böyle ekstra gerilim mi programlardan hoşlamasıdır.

Halk arasında çivi çiviyi söker olarak adlandırılan durumdan yada ben zaten dertliyim tasalıyım başka insanların derdini, kavgasını göreyimde halime şükredeyim düşüncesi ile izleniyor olabilir belkide.

Açıkçası bu yazıyı yazarken bir yere gelmeyi yada konuyu bağlamayı amaçlamadım. Sadece kafamda oluşan bazı sorular vardı. Bunları böyle yazıya dökerek ilerde dönüp baktığımda kendime bunlar tekrar sorup belki cevaplar alabilirim diye umuyorum. Yada bu konuda benden daha iyi cevapları olanlar benle paylaşır.

10 Aralık 2008 Çarşamba

Post-İt Notları #6

- Uzun zamandır olmadığım kadar huzurluyum. Zamanında tembelliğin bile sürekli olduğunda sıkıcı olduğunu söylemiştim. Ama tembellik belli bir çalışma temposunda sonra daha az dozlarda olunca hayat kurtarıcı oluyor insan için.

- Bu aralar biraz bilgisayar oyunlarına zaman ayırınca fark ettimki eskiden bu oyunlar ilgimi çok daha fazla çekiyorlarmış. Sırf Monkey İsland'ı bitirmek için 7-8 sene önce yaptıklarımı hatırlıyorumda şimdi en fazla mouse masaya sertçe fırlatmakla yetiniyorum.

- Kışın sinemalarda pek fazla film olmamasına alışkınım ama şu son bir aylık dönemde de piyasa kurudu resmen. Tropic Thunder'dan beri beklediğim (belki biraz zorlarsak Bond filmi denebilir ama nedense Bond filmleri benim için sinemada izlenecek filmlerden değildir) bir film gelmedi.

- Göztepe'de açılan Optimum alışveriş merkezine daha içine girmeden gıcık oldum. E-5'in kenarına yapılmış olduğundan trafiğin canına okuyan bu AVM sağolsun işten eve gelişimde 15-20 dakikalık bir fark oluştu. Artık o kısımda sinirlenmemek için Göztepe Köprsü ve Yenisahra durakları arasında uyumaya çalışıyorum.

- Bayadır beklediğim Dark Knight filminin DVDleri piyasaya çıkmış. Bende gördüğüm yerde hemen bir tane aldım. Bu senenin en iyi filmini senenin son günlerinde bol bol izlemeyi planlıyorum. Hatta yılbaşı akşamı yine 20 senedir değişmeyen yılbaşı programları olursa tvlerde akşam yemeğinden sonra film maratonu yaparak yeni yıla girerim. Böylece sinema tadında bir sene geçiririm umarım.

- Bu sene krizinde etkisi Kurban bayramı için tüm alışveriş merkezlerinin bahçelerinde kurulan kurban satış noktaları bayramdan bir ay önceden değilde sadece bir hafta önce açıldı. Böylece tezek kokusu içinde kaldığım toplam süre kısalmış olacak tabi.

- Yemekteyiz denen bu programda ülkemizde inceden bir TV fenomeni olmaya doğru gidiyor ya artık ne diyeceğimi bilemiyorum. Tamam hoş bir fikir ile oluşturulmuş bir konsept ama o insanların hem yemek sırasında hem yemeği yapana puan vermeleri sırasındaki halleri ve tavırları o kadar yapmacık ve sahteki insan o an gördüklerinden sadece nefret edebilir gibime geliyor. Ama nedense bu tür yapmacık şeyler beğeniliyor.

- TV yarışmaları dedimde aklıma geldi. Bir dönem Show TV'de kaçak diye bir yarışma vardı. Her hafta (yada ayda olabilir emin değilim zaman kısıtından) yarışmacı bir ilde kendisine verilen günlük görevleri şehir sakinleri tarafından tanınmadan yapmaya çalışıyordu. Fakat yanılmıyorsam yarışmanın Bursa ayağında sanırım yarışmacıyı yakalayana para ödülü verileceğinden dolayı çoşan il halkı yarışmacıyı bulmuş ve yakalamak için baya baya pataklamışlardır. Bu olaydan sonrada o yarışma yayından kalıdırılmıştı. Daha doğrusu yayından kalktımı net hatırlamıyorum ama bu olaydan sonra o yarışma ile ilgili başka hiç bir şey hatırlamıyorum.

- Son zamanlarda her ne kadar hayatımda olan bitene iyimser bir açıdan bakmaya çalışsamda bazı şeyleri hiç bir zaman başaramayacakmışım gibi hissediyorum. Bu durumda beni üzmekten ziyade umursamaz yapıyor. Genelde yenilgiyi kolay kabullenen biri olmadığımdan bu teslimiyetçi tavrımın nedenini bir türlü anlayamıyorum. Düşündükçede daha mantıksız geliyor.

- Yakın tarihli bir kaç yazımda çevremde gördüğüm insanların bazı davranışları beni rahatsız ediyor tarzı şeylerden bahsetmiştim. Bir önceki maddede hisstettiklerimden midir yoksa her iki durumun nedeni olan başka bir şeyden mi bilemiyorum ama eskisi kadar bu insanları umursamıyorum. Lanet olsun diyerek geçiyorum. Eskisi kadar bu insanları gözlemleme isteği gelmiyor içimden.

- Gider ayak güzel bir madde ile sonlandırayım diye düşünmüştüm ama aklıma okuyanın yüzünü güldürecek güncel bir konu gelmedi. Belkide umusamazlığımın nedenide gülecek bir şeyler bulmakta zorlanmamdır. Bunu bir düşüneyim iyisimi.

9 Aralık 2008 Salı

Bayram Şekerleri

Başlığı çocukluğumda hemen her kanalda olan sabah şekerlerinde arakladığımı itiraf ederek yazıya başlamak sanırım en doğrusu olacak. Ardından biraz geç kalmış gibi olsamda (Gerçi hala bayram devam ediyor) herkesin bayramını kutlayarak devam edeyim diyorum.

Neyse bu itiraf ve kutlama içerikli girişten sonra bu bayramda olanlara ve olacaklara bir göz atayım. Öncelikle cuma gününün tatil olmaması benim açımdan kötü oldu. Tam tatili 9 güne tamamladık derken, bir gün işe gitmek uzun tatil ruhunun tadını kaçıracak. Ama gelecek sene bu kadar uzun tatil denk gelemeyeceği için eldekinin kıymetini bilerek her günü iyi değerlendirmeye çalışıyorum.

Bayram öncesi bir stres atma seansı (başka bir deyişle arkadaş ortamında alkollü bir eğlenceye iştirak ettimde denebilir) ile tatile başladım. Bu sayede bayram yoğunluğunda yaşayacağım stres birde işten arda kalan üstüne binmedi. Hoş bu bayram eski bayramlar gibi ilk günleri dinlenmekten ziyade koşturmakla geçmedi. Hatta tam tersine ilk gün öğleden sonrası ziyadesiyle sakin geçti denebilir.

Tabi bunda eski bayramların direği olan aile büyüklerinin yokluğunun çok ciddi etkisi var. Birde buna son bayramlarda olan bazı şeylere benim tavır almamda eklenince sakin sessiz bir bayram yaşıyorum. Ha böyle söylüyorumda bu işten hoşnutsuzum diyemem. Uzun zamandır böyle kafa dinlemeye ihtiyacım vardı. Son zamanlarda sürekli bir yerlere koşturunca bir şey yapmamanın tadını özlemişim açıkçası.

Bayramın kalanında bu bol bol dinlenmenin yanına vizyondaki bir iki filme gitme organizasyonunuda ayarlayabilirsem bu tatil tamamen tatil öncesi yapmak istediklerim yapabildiğim enden tatillerden biri olacak. Hele birde evde izlenmeyi bekleyen filmlerdende bir kaçını izlersem bu tatil amacını bile aşmış denebilir.

Dinleniyorum filan dedik, boş oturuyoruz dedik ama o kadarda boş durmadık efendim. Blogun sol tarafını inceleyenler daha renkli bir blogla karşılaşmışlardır herhalde. Hazır iş güç yokken net bir şeyler kafamda oluşmadığından sık sık ertelediğim resim ve blogu bazı sitelere kaydetme işlerini aradan çıkardım. Hoş resim ekleme işin henüz bitmiş sayılmaz. Daha çok resim eklenir ama en azından bir başlangıç yapmış oldum.

Yanlız bu blogu sitelere kaydetmek filan baya meşakkatli işmiş. Yada ben teknoloji konusunda her zamanki gibi biraz geri kaldığımdan ben zorlanıyorum. Neyse hep derim en güzel zorluk geride kalan zorluklardır zaten.

Bu arada sabah ne güzel daha tatilin başındayım diyordum ama kahvaltı yapıp kafam normal çalışmaya başlayınca farkettimki cumaya kadar bu gün hariç 2 günüm kalmış. Muhakkak bu günleride dolu dolu değerlendirmek lazım. Ondan sonra bir yılbaşında 1.5 günüm var. Oda bu tatille kıyas kabul etmez.

Yazıma son verirken herkesin bayramını son bir kez daha kutlar küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öper, eskiden harçlık alabildiğim bayramlarada en incesinden bir selam yollarım efendim.

7 Aralık 2008 Pazar

Züccaciye Dükkanın Giren Sakar Fil

İnsanoğlu bazen hayatında tuhaf durumlara düşer. Bunlar öyle durumlardır ki ne yaparsan kendini içinde bulunduğun durumdan kurtaramazsın. Hatta dahada kötüsü çırpındıkça bu bataklık gibi insanı içine çeken durumun içine iyice batarsın.

Burda asıl kafamı kurcalayan bu durumlara nasıl düşüldüğü yada nasıl çıkılacağından ziyade bu durumda kalan insanın davranışları ve bu tür durumlardaki anılarımızın neden zaman zaman hatıratımıza düşüp bizi rahatsız etmesidir.

Açıkçası bu durumlara nasıl düşüldüğü üzerine bir şey yazmamamın bir nedenide bu konuda ne diyeceğimi bilmememdir. Zaten bu durumlara nasıl düşüldüğünü çözsem bunu hemen bir çözüme dönüştürür ve kendimi en baştan zora sokmam.

Yine aynı şekikde bu durumlardan nasıl çıkılacağı hakkındada çok fazla bir akıl fikir (Genelde böyle pis durumlarda kaldığımda işin sonunda hep şansla o durumdan kurtulabilmişimdir) yürütemememden dolayı bu konuyuda burda gündeme getirip gereksiz bir kör dövüşüne girmeyi gereksiz görüyrum.

Durum durum durum dedik ama nedir bu durum diyerek konuyu daha anlaşılır bir hale getirmek lazım sanırım. Öncelikle bu konuya somut bir örnek vermek yerine kısaca durumun şartlarını anlatayım. Bu durum diye adlandırdığım pozisyonlarda kaldığınızda en özetle kesinlikle yapmak istemediğiniz bir işle yada olmak istemediğiniz bir ortamla karşı karşıya kalmışsınızdır.

İşin dahada kötüsü bu duruma mahkum gibisinizdir. Hiç bir şekilde ne bir kaçış nede bir kurtuluş yolu bulabilirsiniz. Bunları bilmenin verdiği hissiyatla kişisel olarak büzüşürsünüz. Tıpkı başlıktaki gibi Züccaciye dükkanına girmiş sakar bir fil gibi hata yapıp dikkatleri üstünüze çekmemeye çalışırken muhakkak bir sakarlık yapıp herkesin size odaklanmasını başarırsınız.

İşte o an insanın hayatında yaşayabileceği en kötü anlardır. Dahada ilginci o anların hatıraları nedense mutlu olduğunuz anlarda aklınıza gelip tadınızı kaçırır. O zaman sizin üzerinizde yarattığı etki yetmezmiş gibi o durumların hayaleti birde en mutlu anlarınızda gelip size tekrar saldırır.

Genelde bu anları en çok durum komedilerinde yada sakar ama sevimli başrol oyunculu filmlerde kullanılır. Ama oralarda olay bizim başımıza gelmediğinden gönül rahatlığıya güleriz. Hatta bu durumların zorluğunu sadece kendi başımıza geldiğinde anlarız.

Fakat bu sadece kendi başına geldiğinde duruma vakıf olma sorunu insanın doğasından gelen bencilliğinden değilde bu durumları hatırlamamak istemesinden kaynaklanıyor bence. Sadece başına geldiğinde bu olgunun varlığını hatırlamak her an o tür bir şeyin olacağını düşünerek yaşamaktan çok daha kolay oluyor.

Uzun lafın kısası hayatta insan bazen köşeye sıkışır ve bu sıkıştığı durumdan kendini kurtaracak bir gücü yada dirayeti olmayabilir. Bu anlarla ilgili insanın insana verebileceği çok geçerli öğütler olduğuna inanmıyorum. Bu nedenle insanoğlu elinden geldiğince bu durumları unutmak ister. Bana kalırsada en iyisini yapar.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Mütemadiyen

Mütamediyen başka hayatlar yaşıyorum, uyurken

Mütemadiyen bu başka hayatların en civcivli yerinde uykudan uyanıyorum

Mütemadiyen insanlara yol veriyorum

Mütemadiyen insanlar bu yolu aldıklarında kötüye kullanıyor

Mütemadiyen arıyorum, aranıyorum

Mütemadiyen aradığımı bulmaktan ziyade aramayı seviyorum

Mütemadiyen her şeyden uzaklaşmak istiyorum

Mütemadiyen kalabalıkların ortasında sıkışıp kalıyorum

Mütemadiyen derinlere dalıp gidiyorum

Mütemadiyen daldığım derinliklerden çekip çıkarlıyorum

Mütemadiyen konuşmadan önce planlama yapınca saçmalıyorum

Mütemadiyen doğaçlama bir şeyler yaparak durumu kurtarıyorum

Mütemadiyen sabahları erkenden uyanıyorum

Mütemadiyen uyanırken yeniden uyumak istiyorum

Mütemadiyen şarkı söyleyesim gelir

Mütemadiyen söylemek için aklıma uygun bir şarkı gelmez

Mütemadiyen bir işe büyük bir hevesle başlarım

Mütemadiyen yarısına gelmeden o işten sıkılırım

Mütemadiyen basit şeyleri düşünürüm

Mütemadiyen büyük resmi görmekle pek uğraşmam

Mütemadiyen zor durumlarda kalırım

Mütemadiyen zor durumları daha zor hale getiririm

Mütemadiyen eski kelimeleri kullanmaya çalışırım

Mütamediyen bu yazıdaki kadar çok kullanmam