19 Temmuz 2009 Pazar

Yaz Sıcağı, Serin Bir Yer ve Dinlenmeyen Bir Sürü Söz

Hafif loş bir ortam, Alkol kokusuna eşlik eden yemek kokusu kapıdan usulca sokağın başına doğru akıyordu. Yoldan geçenler için son derece davetkar bir kokuydu. Sıcak bu kadar rahatsız ederken gölgede oturuyormuş havası veren serin ve güzel yemeklerin olduğu bir yer nasıl davetkar olamazdıki zaten.

O anda arkadaşı ile oradan geçerken kokuyu aldığı o kısacık zaman diliminde bu kadar çok şey nasıl aklında geçebilmişti şaşırdı. Arkadaşı buluştukları andan beri son zamanlarda nasıl yoğun olduğunu ve ne kadar yorulduğunu anlatıyordu ama o daha bu sokağa girmeden çok önce onu dinlemeyi bırakmış ve dinliyormuş gibi görünmek için arada kafasını sallıyordu.

Ama artık kafasını sallamak bile sıkıcı gelmeye başlıyordu ufaktan ufaktan. Hem neredeyse bir saattir yürüyorlardı arkadaşıda yorulmuş olmalıydı. Şurda biraz oturalım hem laflarız hemde serinleriz derse reddedemezdi herhalde.

Kafasında bu fikir oluşurken yüzünde hafif bir gülümseme ile sokağın başında mekanın kapısına kadar yürümüşlerdi. Daha fazla zaman kaybetmek istemeyen birinin acelesiyle arkadaşına döndü ve "baksana şurası güzel bir yere benziyor otursak mı ne dersin" dedi. Arkadaşı bu sırada hala bir şeyler anlatıyordu ama karşısındakinin onu pek kendini verererek dinlemediğini fark ettiğinden biraz bozulur gibi olsada bir yerde otururlarsa onun kendini daha iyi dinleyebileceğini düşündüğünden bu öneriyi başını sallayarak kabul etti.

Mekanın ufak bahçesine açılan demir bir kapıdan içeri doğru adım attılar. Hem dışarsı çok sıcak olduğundan hemde insanların buna rağmen dışarıda oturmayı tercih etmeleri dolayısıyla bahçede pek fazla yer olmasından dolayı bahçeye şöyle bir göz gezdirip içeri doğru ilerlemeye karar verdiler.

Baharda bu bahçe ne güzel olur. Şu köşedeki ağlayan ağacın altındaki masada oturup bir limonata içip herkesten uzakta bir köşede bir yandan müzik dinleyip bir yandan kitabını huzurluca okur insan diye aklındna geçirdi. Bu hayali kurarken sanki ılık bir meltem yüzün okşarmış gibi hissetti.

Bahçenin ortasında taşlarla döşenmiş bir yoldan mekanın ana kapısına uzanan yolda ilerlemeye başladılar. Mekan belkide yüz yaşında bir konaktan bozma bir yerdi. Üç katlıydı ama en üst katında da oldukça büyük bir teras vardı. Muhtemelen bu terastan deniz gözüküyordur diye düşünmeye başladı.

Mekana girmeye karar verdikleri andan beri arkadaşı hala onun dinlemediği dertlerini anlatmaya çalışıyordu. Ama dertlerine çarede ziyade onu dinleyecek birine ihtiyacı olduğundan ona bir soru sorma gereği duymadan anlattıkça anlatıyordu. Buda onun dinlermiş gibi görünmesini daha kolay bir hale getiriyordu.

Arada şu iş yüzünden şöyle oldu. Şunları beklerken diğer şeyler gecikti. Uyumaya bile zor zamanım oluyor. Aylardır şöyle sadece gezmek için bile yürüyemedim gibilerinde bir sürü şey söylüyordu herhalde. En azından ilk buluştuklarında yoğunluk ve dinlenememek ana fikri üzerine baya uzun konuşacakmış gibi gözüküyordu. Ama yinede kısaca bir dinleyip konunun değişip değişmediğinden emin olmak gerekirdi.

"Yaz geldi işler hafifler dedim ama bilakis daha beter arttı. Normalde mesai saati bittiğinde çıkıp giderdim ama şimdi allah seni inandırsın ancak eve uyuma saatinde gidebiliyorum. Yinede her şey ya yetişmiyor yada son anda ucu ucuna yetişiyor. Stresten ülser olmazsam iyidir. Şöyle bir süre her şeyden uzaklaşmak istiyorum. Bir gün bile olsa plan yapmadadn hareket etmek istiyorum."

Evet onca zamandır konuştuklarını dinlememekle hiç bir şey kaybetmemişim dedi kendi kendine. Yine hafif hafif kafasını sallayarak mekandan içeri girdi. Mekanın giriş katı geniş ve ferah gözüküyordu. Fazla bir ışıklandırma yoktu ama hem dışarıdan gelen aydınlık hemde açık renk boyanın sayesinde hafif loş ama son derece dinlendirici bir görüntüsü vardı içerinin. Masalar ufak üzerinde beyaz örtüler olan ve genelde yanlarına iki sandalye koyulabilecek cinstendi.

İçerde fazla dolu masa olmadığından karar verme aşamasını biraz uzun sürdü. Sonra "Şu köşedeki cam kenarı masa iyi galiba dedi" ve oraya doğru ilerlediler. Beyaz masa örtülü masanın üstünde metal tuzluk ve karabiberli arasına sıkıştırılmış menüyü aldı. Canı öyle çok fazla bir şey istemiyordu. O menüyü incelerken arkadaşı hala konuşuyordu. Sanki hiç susmayacak gibi konuşuyordu. Etrafta iyiki fazla insan yoktu yoksa tıpkı sokakta yürürken arkadaşının hararetli anlatma şekli yüzünden ona tuhaf tuhaf bakan insanlardan burdada bol bol göreceklerdi.

Bunlar aklından geçerken garson geldi ve "Merhaba efendim ne alırdınız" dedi. "Ben bir sosisli ve bira istiyorum, arkadaşımda ..." derken garson araya girdi ve "Arkadaşınız mı? bir kişide sonradan gelecek mı gelecek acaba?" dediğinde bir rüyanda uyanır gibi olmuştu. Menüden kafasını kaldırdığında masada yanlız olduğunu gördü. Bir an duraksadı ve "Kusura bakmayın arkadaşım gelmeyecek sadece ben varım" diyebildi yarı utanır halde.

Neler oluyor böyle diye içinden kendi kendine sorular sormaya başladı. Bir saat önce arkadaşıyla buluşmamış mıydı. Bu gün günlerden cumaydı, saatine baktı, saat akşam yediyi biraz geçmişti. Sonra yüzünde bir rahatlamayla beraber bir gülümseme belirdi. Tabi ya bugün işten çıkarken keşke arkadaşımla buluşup biraz dolaşsam diye düşünüyordum. Bunu o kadar çok istedimki gerçekten öyle yapıyorum sandım.

O kadar susmadan ve onun cevap vermeden dertlerini anlatan kişide kendi bilinç altından başkası değildi. O tüm bunları idrak edip kendi kendine gülerken az önce onun deli olduğunu düşünen garson birayı getirirken onu bu halde görünce iyice deli olduğunu kanaat getirmiş gibi tuhaf tuhaf suratına bakıyordu.

Tam o sırada telefonu çaldı. Arayan o buluştuğunu hayal ettiği arkadaşıydı. Telefonu heyecan açtı "Alo, olanlara inanmayacaksın müsaitsen gelsene biraz laflayalım tamda aklımdan bu geçiyordu" dedi ...

5 Temmuz 2009 Pazar

Truth Be Told (Mim)

Başlık konuyla çok örtüşücekmi pek emin değilim ama şu mim ile beraber Megadeth'in bu şarkısınıda anayım dedim. Neyse efendim mim demiştim dimi hemen nasıl bir mim'den bahsediyoruz onu açıklayalım (bu arada a.nur'a mim için teşekkür etmeden geçmeyeyim). Konumuz kendimiz hakkında itiraflar ve takıntılarımız en özet haliyle. Zaten konuyu fazla detaylı açıklamaya gerek olmadığında madde madde itiraflara başlamak en iyi olacak herhalde

  • Kolay sinirlenebilme gibi bir huyum vardır.
  • Zaman zaman aşırı derecede inatçı olabiliyorum. Mesela bu konuda kendisine uzun süre blog yazması konusunda baskı yaptığım azura birinci dereceden şahit olmuştur.
  • Annemlerin yıllar süren hummalı çalışmaları sonucu yeni aldığım her hangibir giyim eşyasını giyerken önce sağ ayak veya kolumu elbiseden içeri sokarım
  • Bir şey için ne zaman acele etmem gerekse o şeyi son anda kaçıracakmışım gibi hissederim. Özellikle durağa giderken bineceğim bir toplu taşıma aracının durağa yanaştığını gördüğümde bu hisse çok kapılırım.
  • Hala zevkle çizgi film izlerim
  • Bu gün bir DVD satan firma 90ların ortasında Star'da yayınlanan Kaygısızlar dizisinin bölümlerini Box halinde satsa hiç düşünmeden ve fiyatına bakmadan satın alırım.
  • Hobilerime çoğu zaman gereğinden fazla hayatımda yer veririm
  • Bir şeyi son ana kadar yapamam ancak artık kaçacak saklanacak bir durumum kalmadığında yaparım.
  • Resmi törenlerin hiç bir türünü sevmem
  • Bunca yıldır hala erken kalkmaya alışabilmiş değilim.
  • Tatile gittiğim otelde eğlence olmasındanda o akşam yemeğinden sonra animatörlerin programı olmasındanda nefret ederim. Tatil demek benim için denize girebilmektir.
  • Gittiğim sergilerin (ki öyle sergiden sergiye koşan biri değilim) herhangibir kısmında modern sanat eserleri varsa kafamım en çok karıştığı kısım orasıdır. Özellikle modern resim olgusunu hayatım boyunca anlayabileceğimi sanmıyorum.
  • Yerli yersiz saate bakma huyum vardır. Hatta saat takmadığım zaman bile boş bileğime baktığım olmuştur.
  • Yabancı ve tanımadığım insanlarla çok yakın ve bitişik oturmaktan hazzetmem ama toplu taşımada başka çare olmadığından bu duruma eski dönemlere göre çok daha fazla alıştım. Özelliklede bu konuda sLn'in bahsettiği otobüs teyzelerinin çok yardımı oldu.
  • Çizgiroman okumam ama çizgiromandan uyarlanan filmlere bayılırım.
  • 10 yıl kadar öncesinde olduğum kadar olmasada hala ilk defa tanıştığım insanlarla konuşurken kendimi çok rahatsız hissederim.
  • 2006'da ilk defa gözlük takmaya başladığımda yanımda geçen her insanın bana n'ber dört göz diyeceğini düşünmüştüm.
  • Bazen filmlerdeki karakterlerin sesini taklit ederim. Hatta bir kere Dark Knight'ta Christian Bale'in Batman olduğununda kullandığı sesi taklit ederken yan odadı annemi korkutmuştum farkında olmadan.
  • Sonu süprizli filmlerin sonu hakkında daha ilk yarıda tahminde bulunurum. Bu tahmin tuttuğunda da kendime kızarım filmin tadını kaçırdım diye.
  • Hafta içi pek çok akşam eve dönerken bloga şunu yazayım güzel konu der. Akşam yemeğinden sonra blog kumanda panelini açtığımda neyse yarın daha geniş zamanda yazarım derim.
  • Cep telefonumu sesi açıkta olsa kapalıda olsa hep titreşim halinde tutarım. Hatta bir keresinde sınav zamanı telefonu sıranın altına koyduğumda çalıp titremeye başladığında sıradan acaip sesler gelmişti. Hocada dahil herkes benim tarafıma doğru bakınca telefonu çıkartıp pardon yanlış numara aramışta diye saçma sapan bir espri yapmak zorunda kalmıştım.
  • Saçma sapan espri dedimde aklıma geldi. 6-7 yıl öncesine kadar düzenli olarak kötü espri yapar, etrafımdakileri sinir ederdim.
  • Orta okuldayken kompozisyon derslerinden hiç hoşlanmaz yazı yazmayı hemde o kadar uzun yazı yazmayı çok gereksiz bulurdum.
  • Hala çocukça hareket edebilme şansı bulduğumda bunu kullanmaya çalışıyorum.
  • melankolikdeli gibi bende gazete ve dergilerin ilk sıradakilerini değil daha arkalarındakini alırım. Hatta buna ek olarak parfüm ve deodoranttada aynı şeyi yaparım çoğunlukla.

Evet efendim aklıma gelenler bunlar oldu. Kuvvetle muhtemel anlatılabilecek çok daha fazla şeyi yazmayı unutmuşumdur ama yinede bir noktada listeyi tamamlamak gerekiyor. Umarım artık mim gelene kadar üşenmeyip kendimde daha sık yazı yazabilecek bir motivasyona gelebilirim.