24 Mayıs 2009 Pazar

İnsanın Kendi İle Olan Mücadelesi

Bir önceki gece yaklaşık 3-4 gibi yatıp 8'de kalkmamdan dolayı bütün gün yorgun ve bitkin hissediyordum kendimi. Şimdi ise saat yine 3'ü geçiyor. Bedenim git yat dinlen rahatla diyor. Ama aklım kendini rüya alemine bırakmak konusunda öğlenki kadar istekli değil. Hazır hem bu kadar yorgun ama yinede bu kadar uyanık kalmak istiyorken kendime en uygun meşgalenin bu durumu buraya yazmak olduğunu düşündüm.

Daha doğrusu insan bazen ne istediğini yada neye ihtiyacı olduğunu bilsede bu bildikleri uygulama konusunda o kadarda istekli olmuyor. Bu konuda hatırladığım en eski anım küçükken hasta olduğumda yaşadıklarımdır herhalde. Hepimiz mini mini bir çocukken hastalandığımızda ilaç almaktan hiç hoşlanmazdık herhalde (bunun aksine inananları yada ilacım faydası konusunda kendi bilincini ikna eden insanlar bu yazıyı okuyorsa o şahısların önünde saygı ile eğiliyorum) hatta bu ilaçtan kaçmak için her yolu deneyebiliyordu insan o zamanlarda. Ben kendimi aileme iyileşmiş gibi göstermeye çalışarak ilaçtan yırtmaya çalışmıştım mesela, sonunda ise hastalık tekrar güçlendiğinden normal zamanda iyileşeceğimden daha uzun sürede iyileşmiştim.

Peki bunun için o gün pişman oldun mu derseniz cevabım hayır olur. Hatta bu gün bile bu soruya gönül rahatlığı ile aynı cevabı verebilirim. Bir aralar bu düşünce tarzının hafiften çatlaklık olduğuna inanırdım. Ama zamanla farkettimki bu durum mantık sınırlarını zorlamadıkça o kadarda anormal bir şey değil. Sonuçta insanlar ihtiyaçları için bile olsa acı çekmeye yada yapmak istemedikleri şeylere kolay kolay razı olamaz. Razı olduğu anda ise artık kaçacak bir yeri kalmamış tamamen teslim olmuştur. Ehhh daha önce yazdıklarımda inatçı ve teslim olmayı sevmeyen biri olmam hakkında pek çok özeleştiri yada analiz yaptığımıda düşünürsek benim için bu konunun dahada önemli olduğunu söylemem çokta abes olmaz.

Fakat ne olursa olsun insanın böyle anlarda zaten belli nedenlerden dolayı normal halinden uzakken buna ek olarak birde kurtuluş yolu ile mücadele etmeyi seçmesi cidden tuhaf ve üstünde düşünülmesi gereken bir durum. Hatta az önce dediğim mantık sınırları böyle kendi içinde mantıksızlık taşıyabilen bir konuda nasıl belirlenir sorusunun cevabı hakikatende pat diye verilebilecek cinsten bir cevap değil.

Ancak insanoğlu o tür bir durumla karşılaştığında yapısı gereği bazı kişisel özellikleri ön plana çıkıyor ve adeta bir refleks gibi çalışıyor. Kendi açımdan bu tür olayları yaptığımda bu duruma mantıklı bir açıklama bulmaya çalışsam herhalde bunu asla başaramam. O anda farkında olmadan sanki hiç bir sorunum yokmuş ve karşımda bana sunulan acı reçeteyi tamamen gereksiz ve işe yaramaz görüyorum. Daha sonra ise bunu neden yaptım ben dediğimde aklıma ancak bu yazıda da sık sık belirttiğim bu faydalı olsada yapılması zevk vermeyen şey olgusu geliyor.

Peki bu olgu için bulunabilecek en iyi örnek (ki bu yazıyı yazma konum bile şu olgu ile bu kadar örtüşmüyorken şimdi vereceğim örnek bu olgu için sözlükteki karşılık olabilecek cinsten) ne deseler hiç düşünmeden ders çalışmak derim.

Bu konuda dürüst olmak gerek. Dünya üzerinde hemen her insan ders çalışmanın kendisine öyle yada böyle bir fayda getireceğini bilir. Ama yinede hiç bir insanoğlunun boş zamanlarındaki hobileri arasında ders çalışmak yoktur (vardır diyenler karşısında saygı ile eğilmek yerine alaycı bir gülüş ile yüzlerine bakarım belirtmeden geçemeyeceğim). Ders çalışmak insanoğlunun en ortak ve en sık görülen kendi kendi ile mücadele etme nedenidir.

Peki böyle bir konu hakkındaki bir yazı nasıl biter dersiniz. Yazıyı yazan insan daha fazla yorgunluğa dayanamayacak kadar yorgun olduğundan yazıya bir nokta koyma gereği duyar elbette.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Mayıs Geldimi Hayat Ne Acaip Öyle Vapurlar Falan

Aslında aklıma yazılmaya değer bir şeyler vardı ama bir türlü çok öne çıkan bir şey olmadı. Bende hazır havalar ısınır yaz ufaktan gelirken Daha doğrusu bir mayıs ayında olan bitenden bahsedeyim diye düşündüm. Fakat böyle kıldı tüydü çiçekler açtı böcekler uçtu tarzından daha farklı daha yaratıcı bir şeyler yazmak niyetindeyim. Ha bunu nasıl yaparım işte onuda yazdıkça o an bir şekilde kurgulayabilirim umarım.

Mesela mayıs ayı demek tatillerin başlangıcı demek. Önce 23 nisan ardındanda 19 mayıs ile öğrenciyseniz o senenin ilk hafta içi resmi tatillerini yaşarsınız. Hoş çalışma hayatına geçincede durum çok değişmiyormuş onu fark ettim. Sadece o iki tatil günü çok daha yararlı ve değerli hale geliyor.

Yine bu dönemlerde spor dallarını takip edenlerin sevdiği şeyler olur. Özellikle basketbol ve futbol liglerinde sezon sonları gelmektedir. Artık kimler kazanacak kimler kaybedecek belli olacaktır. Bundan dolayıdırki pek çok unutulmaz maç ve performans bu dönemlerde gerçekleşir. Özelliklede NBA'i takip ediyorsanız bu dönemde uykusuz bir yaşam tarzını benimsersiniz.

Mayıs ayı ile birlikte gelen bir başka güzellikle sinemalara önemli prodüksyonları gelmeye başladığı dönemdir. Daha doğrusu senenin önemli gişe hasılatı yapması muhtemel filmlerinin öncüleri sinemalara gelir. Havalarda sıcaklamışken klimaları serinleticiliğininde etkisiyle sinema salonunda bir kaç saat geçirmek hiçte fena olmuyor.

Mayıs ayının ilk haftasının benim sevdiğim atraksyonlarından biride Hıdırellez'dir. İnsan gerçekleşemeyecek olsada acaba diyerek hayallerini bir kağıda çizmek için tatlı bir uğraşa girmesi. O sırada acaba şu mu olsa yada bu mu olsa diye hangi dileğini kağıda dökeceğini karar vermeye çalışırken o hayallere dalıp zamandan ve mekandan ayrılıp o hayallere dalmak her sene daha fazla hoşuma gidiyor sanki.

Bu dönemin bir başka güzelliği ise günlerin uzamasıdır elbette. Saat akşam beşte hava karardığında insanın dışarı çıkıp hiç bir şey yapası gelmiyor. Ama hava akşam dokuza doğru kararmaya başladığında insanın öğleden sonra diye algıladığı zaman dilimi çok daha kullanışlı bir hal alıyor. Ayrıca bu dönemde genelde pek yağmur yağmadığını belirtmeme gerek varmı acaba.

Mayıs ayı ile birlikte kalın ve ağır elbiseler ufaktan kalkarken kısa kolluların gardroptan çıkmasının güzelliği bahar temizliği angaryalarına katlanmaya bile değiyor. Kısa kolluları giyecek hava olsun ben perde asmaya mutfak dolaplarının yada gardropların en üst kısımlarını silmeye razıyım.

Son olarak başlık her ne kadar boş şeyleri anlatmak için kullanılan bir söz öbeğinin deforme edilmiş hali olsada yinede kapanışı vapurlarla ilgili bir konu ile yapalım. Efendim tahmin edileceği üzere mayıs ayı ile birlikte artık vapurda açık kısımlarda kapşonu burnuna kadar indirmeden deniz havasını içine çekebilir hale geliyor insan. Belki etraf kıştan daha kalablık oluyor ama manzarayı izlemek daha kolay olduğundan bu kabalığıda görmezden görmeye çalışıyorum.

Yazmaya başladığımda aklımda böyle bir liste yoktu ama şöle bir baktımda mayıs ayında amma çok şey olup bitiyormuş ki illaki bir şeyler unutmuşumdur. Hakkaten acaipmiş.

NOT: Bir önceki yazı ile beraber blogda 100 yazıya ulaşmanın gururunu onurunu yaşadım. Umarım yıllarca üşenmemde daha çok 100ler yazarabilirim bu blogda. 101. yazıda vatana millete hayırlı uğurlu olsun :D

5 Mayıs 2009 Salı

Kahve Sevmem Ama Kahve Kokusuna Bayılırım

Genelde yazı yazarken gözlemlediğim şeylerden yola çıkarım. Bu seferde yine benzer bir şey söz konusu ama bir anlık olaydan lafı çok farklı yerlere getireceğim bir seyirde olacak. Evet efendim mevzuya başlığı açıklayarak başlamak gerekir sanıyorum.

Başlık bu gün fark ettiğim bir olay aslında. Ben normalde Türk Kahvesi yada Nescafe olarak adlandırdığımız hazır kahve çeşitlerini kullanan biri değilim. Bunların yerine çayı tercih ederim. Fakat öğleden sonra işte bir arkadaşım kupasına kaşık kaşık kahve doldururken kahvenin kokusunu derin derin içime çekerken buldum kendimi.

Ne yalan söyleyeyim çay içmeyi sevsemde en taze ve en demli çayda bile kahvenin bu dikkat çekici kokusunu alamam. Yinede aklımda kahve içmek geçmez. Fakat o koku yok mu o koku işte o bambaşka bir şey.

Daha sonra akşam eve dönerken aklıma geldi. Hayatta bazı şeyleri normalde kullanılan şekillerden farklı amaçlar için kullanırız. İşte bu ufak andan yola çıkıp bunun hakkında biraz kafa yorayım ; daha doğrusu bu tür şeyleri neden yapıyoruz onun hakkında bir şeyler yazıp çizeyim diyorum.

Ben kendi adıma öncelikle şunu söyleyebilirim. Bu tür farklılıkları yaşamaktan inanılmaz keyif alıyorum. İnsanların benle aynı şeye bakıp benim gördüğümü görememelerinin bir ego tatmini olduğunu itiraf etmem gerekiyor.

Bu itiraftan sonra konuya dönmek gerekirse; insan arada hayattan farklı şeyler bekliyor. Hatta bu beklentileri bazen normalde zevk almadığı şeylerden bile kaynaklanabiliyor. İşte bu noktada zevk almadığınız şeylerin zevk alınabileceği bir yönünü arıyor insan. Zaman zamanda buluyorlar bu tür farklı bir yönü.

Aslında bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde buna benzer durumlar hakkında bir kaç örnek vereyim diye düşünüyordum. Ama yazdıkça fark ettimki bu duruma farklı örnekler vermektense durumun kendisi üzerinde durmanın daha doğru olacağına inanmaya başladım. Yada daha uygun örnekler aklıma gelmediğindende olabilir bu konuda kendimi tam anlamı ile ikna edemedim aslında.

Neyse efendim ne diyorduk işte bu durumlar insanın hayatına çok farklı renkler katıyor. Çünkü yaşadığımız hayatta artık o sadece böyle ufak şeylerle haleti ruhimizi değiştirebiliyoruz. Ancak çok ciddi depresyon anlarında insanlar büyük çaplı farklılıklar yapabildiğine ve kurulu düzenlerimizi ancak çaresiz kaldığımızda değiştirdiğimizde hayatta farklılaşmak için artık elimizde bir bu kaldı.

Asıl ilginç olan ise bende diğer bir çok insan gibi bu durumu çoğunlukla fark edemiyor. Hayat kendine başka yollar açarken hiç hissetmiyor, hiç çaktırmıyor. Fark ettiğinizde ise benim gibi tembellere bile böyle yazılar yazdırabiliyor.